Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden, İlksel Birikim
Caliban ve Cadı, Silvia Federici’nin, kapitalist tahakkümü feminist, Marksist ve Foucaultcu yaklaşımlarla ele aldığı eseri hakkındaki incelememiz sizlerle.
Federici’nin Caliban ve Cadı kitabını yazma sürecini irdeleyecek olduğumuzda, aktüel olarak kadınların maruz kaldığı tahakkümün kökenlerine ve kadınların özgürleşme mücadelesinde hangi politik stratejilerin benimsenmesi gerektiğine dair tartışmaların kendisinin ilgisini çektiğini belirttiğini görüyoruz.
“Aktüel olarak” ifadesi önemlidir. Zira Caliban ve Cadı kitabının arkasında yatan temel saiklerden birisi, genellikle kapitalizmin doğuşu ile ilişkilendirilen bir dizi olgunun dünya çapında aktüel olarak hala tezahür ediyor oluşudur.
Bu durum önemlidir çünkü Federici’nin Marx’tan ayrıldığı iki temel noktadan birini devindirir. Marx, kapitalist gelişimin ölümcül karakterinin farkındaydı. Buna rağmen bu olguyu insanın özgürleşme sürecinin zorunlu bir adımı olarak görmüştür.
Halbuki kapitalist ilişkilerin gelişmesinin temeli olan ilksel birikimin en şiddetli yanlarının “geri dönüşü”, kapitalist yayılmanın tarihsel olarak her aşamasında – içinde bulunduğumuz günde de – meydana gelmektedir.
Federici’nin sorunsalında kapitalizm temel bir olgudur. Marksizm de temel kuramlardandır. Bu perspektiften, Caliban ve Cadı kitabının arkasında yatan temel saiklerden başat olanı göze çarpar. Bu da kapitalizmin gelişimini feminist bir bakış açısıyla yeniden düşünme istencidir.
Bu saik, Federici’nin analizinin Marx’tan ayrılan diğer yönünü de ortaya koyar. Marx, ilksel birikimi ücretli erkek proletarya ve meta üretiminin gelişimi açısından incelemiştir. Federici ise “ilksel birikimi kadınların toplumsal konumuna ve emek gücünün üretimine getirdiği değişiklikler açısından” irdeler. Gelin, bu irdelemeye beraber göz atalım.
İlksel Birikim
İşte bu irdeleme, Caliban ve Cadı kitabını yansıtan bağlamı ifade eder. İlksel birikim, kapitalizmin ekonomik ve toplumsal ilişkilerde ürettiği değişiklikleri aydınlatan ortak bir payda sağladığından değerlidir. Federici’nin ilksel birikime yaklaşımı, Marx’ta eksik olan ve kapitalist birikim için her zaman önemli olmuş olan birtakım tarihsel olguları ele almaktadır.
Kadınların emeğinin ve yeniden üretim işlevlerinin işgücünün yeniden üretimine tabi kılındığı cinsiyetçi bir işbölümünün ortaya çıkışı; kadınları erkeklere tabi kılan ve ücretli işten dışlayan ataerkinin tesisi; proleter bedenin mekanikleştirilmesi ve kadınlar söz konusu olduğunda bu bedenin yeni işçiler üreten bir makineye dönüştürülmesi olguları, ele alınan olguların başat olanlarıdır.
Beden Politikaları
Son olguda değinildiği üzere, eserde kritize edilen bir diğer kuram Foucaultcu beden analizleridir. Federici, Foucault’nun beden kuramını eleştirir. Sebebi, onun iktidarın nasıl kullanıldığıyla ilgilenmesi lakin iktidarın kaynağını tanımlama yöneliminde olmamasıdır.
Bu durum, bir gizemlileştirme ve perdelemeye neden olur. Bu da iktidar olgusuna dair anlama çabasının ve getirilecek eleştirilerin güdük kalmasına neden olur. Salt olarak iktidarın nasıl kullanıldığıyla ilgilenmek ve mücadele etmek, yalnızca onun şekil değiştirmesini sağlayabilir.
Caliban ve Cadı, kapitalist yapılanmalarda ücretli erkek işçiler için fabrika neyse kadınlar için de bedenin o olduğunu gösteriyor. Kadının bedeninin devlet ve erkek tarafından temellük edilişine; emeğin yeniden üretiminin ve birikiminin bir aracı olmaya zorlanmasına projeksiyon tutuyor.
Kadın bedeninin bahsettiğimiz bu tahakküm ilişkilerinin bir göstereni olması durumu önemlidir. Zira bu beden, kendisinin tanımlandığı disiplin mekanizmalarından ayrı düşünülemedikçe aslında bir yabancılaşma alanı da olmaktadır. Bu yabancılaşma, kadın emeğinin sömürüsünün pekiştirici unsurlarındandır.
Neden Caliban ve Cadı?
Kitabın isminin Caliban ve Cadı olmasının çağrışımı da ziyadesiyle önemlidir. Nitekim sömürülen başat özneler olarak kadınları ve sömürgelerdeki bireyleri yansıtır. Federici, Shakespeare’in Fırtına isimli eserinden bu başlığı esinlendiğini belirtiyor.
Caliban, sömürgecilik aleyhtarı asiyi temsil etmenin yanı sıra genel bağlamda dünya proletaryasının bir simgesi. Spesifik bağlamda ise kapitalizmin sultasına karşı bir direnişin aracı olan proleter bedenin bir simgesidir.
Cadı olgusu ise, kapitalizmin gelişimi ile ötekileştirilen ve farklılaştırılan bireyleri/bedenleri yansıtır. Ki Federici de bu olgunun irdelenmesinin sömürgeleştirme kavramının irdelenmesi kadar değerli olduğunu belirtir. Bu nedenle, ilksel birikim analizinin merkezine 16 ve 17. yüzyıllardaki cadı avlarını yerleştirmiştir.
Temel Sorunsal
Nitekim, tarihsel analiz yöntemini kullanan Federici’nin de belirttiği şekilde, kitabın işaret ettiği en önemli ve temel tarihsel soru şudur: ‘‘Modern çağın başında kadınlara karşı yürütülen ve yüz binlerce “cadı”nın idam edildiği savaş ile kapitalizmin yükselişinin aynı zamana denk gelmesi nasıl açıklanabilir?’’
Bu soruya cevap aranırken, kapitalizme geçişin feminist kuram için – ki bu kuram da kitabın bağlamını oluşturan başat kuramdır – örnek bir durum oluşturduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Nitekim kapitalist toplumda cinsel kimlik belirli iş/işlevlerin taşıyıcısı halindeyse, toplumsal cinsiyet olgusu indirgemeci bir tavırla salt kültürel bir gerçeklik olarak ele alınamaz; bu ele alış güdük olur. Toplumsal cinsiyet, sınıf ilişkilerinin özgülleşmesi olarak ele alınmalıdır.
Ayrıca, kadınların tarihi aynı zamanda bir sınıf tarihi olarak da ele alınabilir. Zira kapitalist toplumda kadınlık, biyolojik bir perdelemenin altında işgücünün üretimi işlevine mahkum edilmiştir. Bu durumlar, kapitalizmin cadı avları ile yoğun ilişkisini gözler önüne serer. Ayrıca tahakküm ilişkileri ile örülen toplumsal yeniden üretim olgusunun rasyonalize edilmesini devindiren ilksel birikim dinamiklerini anlamak için önemli patikalar sunarlar.
İlksel birikim olgusunun kapitalizmin ve buna bağlı tahakkümün her aşamasında evrensel bir süreçtir. Nitekim Caliban ve Cadı kitabının bize gösterdiği de, ilksel birikimin devindirilebilmesi için, bir sosyoekonomik sistem olan kapitalizmin ırkçı ve cinsiyetçi olmak zorunda oluşudur.
Zira kapitalizm, özgürleştirici vaatlerine karşın yaygın bir baskı rejimini, refah vaadine karşın aşırı yoksulluk gerçeğini barındırmaktadır. Bu çelişkileri de sömürdüklerinin – kadınlar ve sömürgelerde zapt edilen özneler gibi – doğasını karalayarak aklamaya mecburdur.
Sarsmak Gerek Bütün Dünyayı
Caliban ve Cadı kitabında öncelikle, Ortaçağ Avrupası’ndaki, spesifik olarak feodalizmdeki siyasi kriz ve buna bağlı toplumsal hareketler ele alınmıştır. Bu izlek önemlidir zira kapitalizme geçişin feodalizmden olup olmadığı noktasını aydınlatır.
Bölümün başında Federici’nin kullandığı tümcenin yani “sarsmak gerek bütün dünyayı” ifadesinin de çağrıştırdığı, bahsettiğimiz feodal tıkanma ve kriz çerçevesinde gelişen sarsıcı toplumsal tepkiler karşısında kapitalizm, bir “karşıdevrim”dir.
Bu karşıdevrim olgusu oldukça önemlidir. Zira sömürülenler arasında bölünmeye neden olacak cinsellik politikalarını yoğun olarak içermektedir. Nitekim bu olgu, kitabın ikinci bölümünün içeriğini oluşturur. Bu bölümde, temel izleğimiz olan ilksel birikim kavramının yalnızca sömürülebilir işçiler ile sermayenin birikmesi ve yoğunlaşması demek olmadığı gösterilir. Aynı zamanda işçi sınıfı içinde farklılıkların ve ayrımların da birikimi olduğu vurgulanır.
Bu farklılık ve ayrımların birikimi noktasında ise, kapitalist devinimin sağlanması için gerekli olan yeniden üretim olgusu bağlamında kadının itibarsızlaştırılması ve değersizleştirilmesi ile maruz kaldığı konumlandırılma da irdelenmektedir. Aynı şekilde sömürgelerdeki ırkçılığın da farklılık ve ayrım üretimindeki yeri ele alınmıştır.
Şiddet
Bütün bu farklılık ve ayrım üretimi sürecinde, yani ilksel birikimin devindirilmesinde esas unsur ise şiddettir. Zira bu süreç, emeğin sömürülebilir hale getirilme çabasıdır. Kapitalist dinamiklerin bir karşıdevrim olmaktan çıkıp toplumsal olana içkin hale geldiği 18. yüzyıla kadar kabaca üç yüzyılda – 15, 16 ve 17. yy– bu şiddetin tezahürü olan toprak özelleştirmeleri, kıtlığın üretimi ve üretimin yeniden üretimden koparılışı olguları tezahür etmiştir.
Özellikle, çitleme – enclosure – olarak nitelendirilen toprak özelleştirmeleri ile proleter kesim daha da yoksullaştırılmıştır. Aynı zamanda ortak alanlara erişimleri/kullanımları da kısıtlanmıştır.
Toprak ile bağı koparılan işçinin ücrete mahkumiyeti önemli bir noktadır. Nitekim Ortaçağ’da çalışma yükümlülüğü karşısında ücret bir özgürlük aracıydı. Lakin toprağa erişimi kesilmiş işçiler için ise köleleştirmenin bir aracı olmuştur.
Bu gelişmeler çerçevesinde, işgücünün yeniden üretiminin gerçekleştirilebilmesi için kadınlar ev içindeki uğraşlara hapsedilmiştir. Bu işgücü doğal bir uğraş ve kadının işi sayılarak görünmez hale getirilmiştir.
Üretim, yeniden üretimden bu şekilde koparılınca giderek parasallaşan bir toplumda hiçbir gelir kaynağı olmayan kadınlar müzmin bir yoksulluğa, ekonomik bağımlılığa ve görünmez işçiliğe mahkum bir proleter sınıf haline gelmişlerdir.
Cadı Avları
Caliban ve Cadı kitabının izleğinin merkezinde yer alan olgulardan birisi cadı avıdır. Bu, yeniden üretim bağlamında önemli bir olgudur. İlksel birikimin temellerinden olan işgücünün yeniden üretimi pahasına kadınların doğum kontrolü şekilleri ve çoğalma amacı gütmeyen her türlü cinselliği şeytanlaştırılmıştır.
Kadınların rahimleri erkeklerin ve devletin kontrolü altında bir kamu alanı haline getirilmiştir. Doğurma kabiliyetleri ise doğrudan kapitalist birikimin hizmetine sunulmuştur. Emekleri değersizleştirilmiş, annelik zorunlu emek statüsüne indirgenmiştir. Kadınların bu şekilde tanımlanışları, Carole Pateman’ın deyimiyle bir cinsel sözleşmeyi yansıtır.
Bütün bu süreç, kadınlık ve erkekliğin yeniden tanımlanmasını içermektedir. Buna bağlı olarak ötekileştirilen kadınlara dair terör kampanyalarını da tetiklemiştir. Bu terör kampanyaları Avrupa’daki proleter kadınların yanı sıra, sömürgelerdeki kölelere ve yerlilere yönelik de uygulanmıştır.
Nitekim sömürgeleştirme ve köleleştirme de ilksel birikim olgularındandır. Aynı zamanda bu durum, tahakküm ilişkilerinin küreselleşmesini de yansıtır. Nitekim kitabın son bölümü olan Sömürgeleştirme ve Hristiyanlaştırma kısmında da cadı avları, kapitalizmin sömürgeleştirme ve Hristiyanlaştırma vasıtasıyla dünyanın dört bir yanına yayılması çerçevesinde ele alınmıştır.
Ortak Tahakküm Alanı
Caliban ve Cadı kitabının Avrupa’da Büyük Cadı Avı isimli bölümünde Federici, cadı avının sömürgeleştirme, çitleme, şuçlulaştırma olgularıyla eşzamanlı olarak gerçekleşmesinin ve Avrupalı köylülerin bastırılıp hezimete uğratıldığı feodalizm sonu ve kapitalizm şahlanışı dönemine denk gelmesine dikkat çekerek, bu durumun ilksel birikimle ilintisine çağrışım yapmış olur.
Nitekim cadı avının tarihsel bağlamına, kurbanların cinsiyetine, mensup oldukları sınıfa ve katliamın etkilerine göz attığımızda; bu katliamların, kadınların kapitalist ilişkilerin yayılmasına karşı sergiledikleri dirençleri, cinsellikleri, yeniden üretim üzerindeki kontrolleri ve şifacılık becerileri ile edindikleri gücü kırmak amacıyla gerçekleştirildiğini görürüz.
İlgi çeken nokta ise, diğer konularda hizipleşme yaşayabilen erk gruplarının cadı avlarında kol kola girmesi durumudur. Bu ortak hareket edişin arkasındaki motor gücün, cadı avlarıyla kadınların bedeninin, emeğinin, üreme gücünün kontrol altına alınarak ekonomik kaynaklara dönüştürülebilmesi olduğunu ifade edebiliriz. Cadı avları, tıpkı ilksel birikim amacıyla meydana gelen diğer çitlemeler gibi – toprağın, bedenin, toplumsal ilişkilerin çitlenmesi – bir çitleme stratejisidir.
Proleter Bedenin Mekanikleştirilmesi
Caliban ve Cadı kitabının bir diğer bölümü olan Büyük Caliban’da ise, Foucault’nun beden kuramına atıfla kapitalizmin gelişiminin önkoşullarından birisinin bedenin disiplin altına alınması olduğu belirtilerek kapitalist gelişim sürecindeki beden politikalarını irdelenmiştir.
Federici bu süreci, bireyin güçlerinin devlet ve kilise tarafından emek gücüne dönüştürülme girişimi olarak okur. İlksel birikimin bir diğer çıktısı olan proleter bedenin mekanikleştirilmesi unsurunu yansıtan mevzubahis beden politikaları aynı zamanda işçi sınıfı bireylerinin kendilerine yabancılaşmalarını da pekiştirir.
Nitekim kapitalizmin, kazancı hayatın amacı haline getirdiğini göz önüne aldığımızda, bedenin de bu amaca uygun bir reforma tabi olması “gerekliliğini” daha iyi anlarız.
Bedenin Keşfi
Bedene dair bu yönelim, aynı zamanda bir merakı da tetiklemiştir. Beden tıpkı bir yeni kıta gibi keşfe açılmıştır. Bedene dair tanımlamalar, ruh beden ikilikleri ve beden analojileri bu dönemde öne çıkmıştır. Bunlar, dönemin anlayışını da yansıtan unsurlar olmuşlardır.
17. yüzyılda Descartes ve Hobbes, bu bağlamda argümanlar üretmişlerdir. Descartes’ın argümanlaştırdığı mekanik felsefe, bedenin yetilerini rasyonelleştirmek ve kontrol edilebilir kılmak için onu hesaplamaya, sınıflandırmaya; hülasa kavramlaştırmaya çalışmıştır. Bu durum aynı zamanda, dönemin burjuva ruhunu da yansıtır. Hobbes’ta ise bedene dair argümanlarla – Leviathan – bireyin devlet iktidarına tamamen boyun eğmesi meşrulaştırılmıştır.
Özellikle Descartes’ın argümanlarında, irade ve bireysel akıl, bireyin çevresine ve kendisine hakim olmasını sağlayan bir unsurdu. İradeye tanınan bu üstünlük aslında bir biyoiktidarı da yansıtır. Bu durum, Hobbes’un kamusal disiplininin katılığından farklıdır.
Toplumsal disiplin mekanizmalarını “demokratikleştiren” bir yaklaşımdır aslında ve bu sebeple de itibar görmüştür. Bu bağlamda, bireyin kendi bedenine bir nesneymiş ve ayrı bir gerçeklikmiş gibi yabancılaşmış bir totaliterlikle yaklaşabilmesi, kapitalist çalışma disipliniyle yoğrulan bireyin karakteristik özelliği haline gelmiştir.
Hülasa, bedenin mekanikleştirilme süreci, mevzubahis yeni mekanik felsefenin bir tasarısı ve devleti örgütlemeye dair girişimlerin odak noktası olmuştur. Federici’nin çarpıcı bir şekilde ifade ettiği gibi, “kapitalizmin geliştirdiği ilk makinenin buhar motoru veya saat olmadığını, düpedüz insan bedeni olduğunu görebiliriz.“