Psikoloji

Carl Ransom Rogers: Hayatı ve Kuramı

Carl Ransom Rogers, psikoloji alanının en önde gelen isimlerinden biri. Birey merkezli terapi adındaki psikoterapi yöntemini geliştirmesiyle ve hümanist psikolojinin kurucularından biri olmasıyla tanınır. Birey hakkındaki fikir ve görüşleriyle psikoloji tarihinde önemli izler bıraktı Amerikalı psikolog, araştırmacı ve yazar.

İnsanların kendi yaşamları ve deneyimleri konusunda en iyi uzman olduğuna inanıyordu Rogers. Bireyin kendini gerçekleştirme eğilimine ve olabileceğinin en iyisi olma arzusuna sahip olduğunu öne sürdü.

Bugün hala terapilerde onun ileri sürdüğü fikirler ve önerdiği teknikler kullanılmakta. Carl Ransom Rogers’ın hayatına, teori ve düşüncelerine yakından bakacağımız yazım sizlerle.

Carl R. Rogers’ın Hayatı

20. yüzyılın en etkili psikologlarından biri olarak bilinen Rogers, 8 Ocak 1902’de Chicago’nun bir banliyösü olan Illinois, Oak Park’ta doğdu. Babası Walter Rogers başarılı inşaat mühendisiydi, annesi Julia ise ev hanımıydı. Rogers, ailenin altı çocuğunun dördüncüsüydü.

Dört erkek ve bir kız kardeşin dahil olduğu birbirine sıkı sıkıya bağlı, eğitimli, muhafazakar, orta sınıf ve Protestan bir ailede büyüdü Rogers.

Ebeveynleri baskıcı olmasalar da Rogers’ın üzerinde güçlü bir etkiye sahipti. Bu konuda, çocukluğunun ve ergenlik yıllarının büyük bölümünde ailesinin inançları nedeniyle bunalmış hissettiğini belirtir. Duyguların dışavurumunun bastırıldığı, çocukların anne babalarının kurallarına göre yaşamaya zorlandığı kısıtlayıcı bir aile tablosu görüyoruz.

Beş kardeşi olmasına rağmen kendisini yalnız hissediyordu. Bunun nedeni, anne babasının büyük kardeşlerini daha çok sevdiğini düşünmesi ve ailesi dışında sosyal yaşamının olmamasıydı.

Bu yüzden kendisini “utangaç, yalnız, hayalperest ve çoğu zaman fantezide kaybolmuş” olarak tanımlar Rogers. Bu yalnızlığı ise zamanla onu okuyabildiği tüm kitapları okumaya yöneltti.

Carl Rogers 12 yaşındayken ailesi banliyöden taşrada bir çiftlikte yaşamak için taşındı. Burada çiftlik hayatı ve tarımla ilgili çokça kitap okudu, bilime olan ilgisi arttı.

Böylece bireysel değişkenleri incelemeyi, veri toplamayı ve analiz etmeyi öğrendi. Bu deneyimler, bir psikolog olarak gelecekteki çalışmalarına da katkı sağladı.

Tarıma olan ilgisi nedeniyle Wisconsin Üniversitesi’nde tarım alanında eğitim almak istedi. Fakat kısa süre sonra farklı alanlar da ilgisini çekmeye başladı.

Din ve tarih konularına ilgi duydu. Kiliseye girmek için, Teolojik Seminer Birliği’nde yer aldı. Fakat bir süre sonra bazı inançlara sahipmiş gibi davranmaktan rahatsız oldu. Düşünce özgürlüğünün kısıtlanmayacağı bir alan seçmesi gerektiğini düşündü ve psikolojiyle tanıştı.

1947’de Carl Rogers, Amerikan Psikoloji Derneği’nin başkanı oldu. 1957’den 1963’e kadar Wisconsin Üniversitesi’nde ders verdi.

Helen Elliot ile evlenen ve iki çocuğu olan Carl Rogers, 4 Şubat 1987’de hayatını kaybetti. Geride kariyeri boyunca psikoloji üzerine yazdığı pek çok göze çarpan kitap bıraktı. Abraham Maslow ile birlikte 1960’larda zirveye ulaşan hümanist psikoloji hareketine öncülük etti.

İnsan Doğası Hakkındaki Görüşü

Carl Ransom Rogers

Carl Ransom Rogers psikoloji alanında çalışmalarına başladığında, psikolojiye psikanalitik kuram ve davranışçılık hakimdi. Bu bakış açıları, davranışların ya bireyin içindeki bilinçdışı güçler ya da çevresindeki dış etkenlerle belirlendiğini öne sürer.

Rogers bu düşünceleri reddetti. İnsanların kendi davranışlarını şekillendirme ve kendilerini geliştirme yeteneklerine dair daha iyimser görüşleri vardı.

Bu inanca uygun olarak, Rogers başlangıçta yaklaşımına “danışan merkezli terapi” adını verdi. Yaklaşımı, psikolojideki hümanist hareketin merkezinde yer alıyordu.

Fakat fikirleri ebeveynlik, eğitim ve ırklar arası ilişkiler gibi klinik olmayan alanları içerecek şekilde genişletildiği için şu an “birey merkezli terapi” ismi tercih edilmekte.

Rogers’a göre, terapi insan doğasının yapıcı tarafına ve kişideki pozitif yönlere odaklanmalı. Terapide danışan pasif değil aktif bir konumdadır ve terapistin yorumlarına bağımlı değildir. Terapistin rolü tavsiye veya yorumdan çok empati, sıcaklık ve samimiyet sağlamaktır.

Ayrıca Carl Rogers, çocuklukta deneyimlerinin yetişkin kişiliğini oluşturmada önemli bir rol oynadığını kabul etmekle birlikte, daha çok şu anki ihtiyaçlarımız ve gerçekleştirme yönündeki amaçlı çabalarımız üzerinde durur.

Teorisinde gerçekleştirme eğilimi, benlik kavramı ve bireyin terapide ve yaşamında ihtiyaç duyduğu kavramlara değinir. Gelin, bunlara biraz daha yakından bakalım.

Gerçekleştirme Eğilimi

Rogers, tüm organizmaların gelişme, geliştirme ve tamamlama eğilimi gibi bir temel güdüyle doğduğunu söyler. Gerçekleştirme eğilimi, bireyleri potansiyellerini gerçekleştirmeye motive eden doğuştan gelen bu güdüye atıfta bulunan bir kavram.

Bu eğilim, bireyleri psikolojik olarak gelişmeye, örneğin özerkliği veya kişisel gelişimi artırmaya motive eder. Carl Ransom Rogers, gerçekleştirme eğiliminin bu benzersiz, psikolojik yönüne, benliğin gelişimini içerdiğinden, kendini gerçekleştirme olarak atıfta bulunur.

Her insan tam potansiyeline ulaşma gücüne sahiptir. Gerçekleştirme eğilimi, onları bu hedefe doğru iten birincil güçtür. Diğer bir ifadeyle, gerçekleştirme eğilimi, büyüme, gelişme ve kendini gerçekleştirme arzusu ile karakterizdir.

Güçlü bir gerçekleştirme eğilimine sahip bireyler, kendi kendini motive eder. Potansiyellerine ulaşmalarını sağlayacak yeni zorluk ve deneyimler ararlar. Konfor alanlarında kalmakla yetinmezler, kendilerini ve yaşamlarını geliştirmenin yollarını ararlar.

Bununla birlikte, gerçekleştirme eğiliminin korku ve kendinden şüphe duyma gibi çeşitli faktörler tarafından engellenmesi mümkün. Bireyler başarısızlıktan korktuklarında veya yeteneklerinden şüphe duyduklarında, risk almaktan ve kendilerine meydan okumaktan kaçınabilirler. Bu da kendini gerçekleştirme konusunda zorlayıcı olabilmekte.

Ancak Carl Ransom Rogers, olumsuz koşullar gelişme yeteneğini ciddi şekilde sınırladığında bile, bireyin elinden geldiğince çabalamaya devam edeceğini ifade eder.

Gerçekleştirme eğilimini geliştirmek için bireyler, kendilerine karşı nazik olmayı ve güçlü ve zayıf yönlerini tanımayı içeren öz-şefkat ve kendini kabul etme pratiği yapabilirler.

Dahası, bireyler öğrenme, büyüme ve kişisel gelişim için fırsatlar arayabilirler. Konfor alanlarının dışına çıkıp yeni şeyler denemek, yeni sorumluluklar almak ve tutkularının peşinden gitmek için kendileriyle savaşabilirler.

Benlik Kavramı

“Benlik” kavramı, Carl Rogers’ın teorisinin merkezinde yer alan önemli bir kavram. Rogers, benlik kavramının kişiliğin ve davranışın temeli olduğuna dikkat çeker. Ona göre benlik kavramı, bireyin deneyimleri ve çevresindeki dünyayla etkileşimleri tarafından şekillenir.

Öz imaj, öz değer ve ideal benlik olmak üzere üç bileşenden oluşur benlik kavramı. Benlik imajı, bireyin fiziksel görünümü ve kişilik özellikleri dahil olmak üzere şu anda kendisini nasıl gördüğünü ifade eder. Öz değer, bireyin kendisine ne kadar değer verdiği ve saygı duyduğu ile ilgilidir. Diğer yandan ideal benlik, gelecekte olmak istediği kişiyle ilgilidir.

Rogers, benlik kavramının sürekli geliştiğine ve bireyin deneyimleri ve başkalarıyla etkileşimleri tarafından şekillendiğini belirtir. Ayrıca benlik kavramının, bir kişinin başkalarından aldığı geri bildirimlerden etkilendiğini söyler.

Olumlu geri bildirim, olumlu bir benlik kavramına ve yüksek benlik saygısına yol açabilirken; olumsuz geri bildirim, olumsuz bir benlik kavramına ve düşük benlik saygısına yol açabilir.

Ayrıca bir kişinin benlik kavramı ile gerçek deneyimleri arasındaki uyumun önemini vurgular Rogers. Bir kişinin deneyimleri, benlik kavramıyla tutarlıysa, olumlu bir benlik kavramına sahip olma ve tatmin olma olasılığı daha yüksektir.

Bununla birlikte, bir kişinin benlik kavramı ile deneyimleri arasında bir tutarsızlık varsa, kaygı, kafa karışıklığı ve olumsuz bir benlik kavramı oluşması mümkün.

Empati, Uyum ve Koşulsuz Olumlu Kabul/Saygı

Carl Ransom Rogers, kuramında empati, kabullenme ve yargılamadan dinlemenin önemini vurgular. Teorisinin anahtar kavramlarından diğer üçü uyum, koşulsuz olumlu saygı ve doğru empatik anlayıştı.

Uyum, bireyin içsel deneyimleri ile dışsal davranışları arasındaki uyumu ifade etmekte. Rogers, uyumlu bireylerin başkalarıyla etkileşimlerinde gerçek ve dürüst olduğunu belirtir. Sahte bir kişiliğin veya maskenin arkasına saklanmazlar, bunun yerine düşüncelerini ve duygularını açıkça ifade edebilirler.

Uyum oldukça önemlidir. Çünkü bireylerin kendi değer ve inançlarına göre yaşamalarına izin vererek hayatta daha fazla doyuma ulaşmalarını sağlar.

Koşulsuz olumlu kabul/saygı, bir terapistin veya başka birinin bireye sağlayabileceği kabullenme ve yargılayıcı olmayan tutumdur. Rogers, bireylerin, davranışları ne olursa olsun, oldukları gibi kabul edildiğini ve değer verildiğini hissetmeleri gerektiğine inanıyordu.

Terapist, koşulsuz olumlu saygı sağlayarak danışanın duygularını ve deneyimlerini yargılama veya reddedilme korkusu olmadan keşfetmesi için güvenli ve destekleyici bir ortam yaratır.

Doğru empatik anlayış, başka birinin deneyim ve duygularını anlama ve onlarla empati kurma yeteneğidir. Carl Rogers, doğru empatik anlayışın başarılı terapinin kritik bir bileşeni olduğunu söyler. Bunun için terapistin danışanın deneyimlerini yargılamadan veya yorumlamadan aktif olarak dinlemesi ve geri yansıtması gerekir. Terapist, danışanın deneyimlerini ve duygularını anlayarak, danışanın daha fazla öz farkındalık ve kendini kabul etme becerisini geliştirmesine yardımcı olur.

Eleştiri ve Değerlendirmeler

Rogers’ın insan doğası hakkındaki düşünceleri Alfred Adler’inki gibi, özgür irade konusundaki vurgusu ve fazla iyimser yaklaşımı nedeniyle eleştirilmiş. Yaklaşımının aşırı bireyselci olması ve bireyin psikolojisine katkıda bulunabilecek daha geniş sosyal ve kültürel faktörleri hesaba katmaması olumsuz karşılanmış.

Buna karşın, fikirleri ve kuramıyla Carl Ransom Rogers, hem psikoloji hem de eğitim alanında etkili bir figürdü.  

İnsanların doğasında var olan iyiliğe inandı. Empatiye, koşulsuz olumlu saygıya ve uyuma odaklanması sayısız terapiste ilham verdi.

Rogers’ın mirası, yaşamı boyunca yazdığı çok sayıda kitap ve makalenin yanı sıra onun fikirlerinden etkilenen birçok kişi aracılığıyla yaşıyor.

Rogers’ın Kişi Olmaya Dair adlı kitabındaki şu dizeleri hatırlatmak isterim:

“Her insan kendinden menkul bir adadır, hem de en gerçek anlamıyla. Ve ancak kendisi olmayı isterse ve kendisi olmaya izin verirse diğer adalarla kendisi arasında bir köprü kurabilir.

Kaynakça

Yazgan İnanç, B., & Yerlikaya, E. E. (2008). Kişilik kuramları. Ankara: Pegem Akademi Yayıncılık.

Rogers, C. R. (1979). The foundations of the person-centered approach. Education, 100(2), 98-107.

Rogers, C. R. (1995). On becoming a person: A therapist’s view of psychotherapy. Houghton Mifflin Harcourt.

Ewen, R. B. (2014). An introduction to theories of personality. Psychology Press.

Psk. Arzu Nur Özkan

27 Mart 1998 tarihinde İstanbul’da doğdum ve doğduğum günden beri hayatın akışında kendi yolumu bulmaya çalışıyorum. Yeditepe Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve çift anadal programı ile Psikoloji bölümlerinden derece ile mezun oldum. Yazı yazmak her zaman sevdiğim bir hobim oldu. Psikoloji gibi alanları seven hepimizi bir araya getiren Kazan’da yazılarım sizlerle buluşacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir