Cehenneme Övgü: Gündelik Totalitarizm
Cehenneme Övgü hakkındaki incelememiz sizlerle…
Gündüz Vassaf’ın gündelik hayattaki totalitarizm üzerine yazdığı Cehenneme Övgü isimli düşünce eserini sizler için inceledik.
Neden cehenneme övgü? Aslında, zıtlık alegorisi yapılıyor bu ifade ile. Amaç, zihnimizdeki imgeleri kullanarak anlatılmak isteneni daha iyi kavramamız. Cehennem, kötü çağrışımı olan bir kavramdır değil mi? Neden cehenneme övgü yapalım ki? Peki ama ya cehennem olarak bildiğimiz unsurlar bizim tabularımızsa? Ya da, cennet olarak nitelendirdiğimiz unsurlar, anlamlarını içselleştiremediğimiz ve eleştiremediğimiz totemlerimizse yalnızca?
Bu eserin değerini, iki bağlamda ele alıyorum ben. Öncelikle bu eser, yukarıda zikrettiğimiz soruları bize sordurduğu için değerli. Bir şeyi açıklamanın ötesinde, doğru soruları sormanın değerini tattırıyor bize. Bu yüzden sarsıcı da olabilir. Ama totemleri ve tabuları anlamak ve onların ötesine geçebilmek için de sarsılmak gerekiyor.
İkinci bağlam ise, tu kaka ederek ötekileştirmeyi ya da müthiş derecede benimsemeyi gündelik hayat pratiğinde ele alıyor eser. Bu birbirine zıt olarak görülen radikal uçların, aslında bir ipin iki ayrı ucu gibi olduğunu fark etmemizi sağlıyor.
Her ne kadar zıt gibi görünseler de değer hiyerarşimizde, ipin iki ayrı ucunu bir yuvarlak gibi birbirinin üzerine getirdiğimizde aslında zıt görünen bu unsurların radikallikteki benzerliğini seriyor gözlerimizin önüne. Haydi gelin, biz de ipin uçlarını tutalım, ve ona farklı bir perspektiften bakalım.
19 Aşk Şiiri
Şiir de bir felsefedir aslında. Zira felsefe, rasyonel bağlamda nedensellikleri ele alan bir düşünmedir. Ne de güzel hikmet yumurtladım değil mi? Aslında hiç sevmem özlü söz yumurtlamayı. Hayat özlü bir sözle anlaşılabilmenin ötesindedir bana göre.
Felsefe de hayata dairdir. Aslında rasyonellik, felsefi düşüncenin özelliklerinden biridir yalnızca diyebiliriz. Peki ya şiir? Şiir de bana göre, duygusal bir rasyonalitedir; rasyonel olmayan değildir. Sadece, onun nedenselliği farklı işler. Zengindir de bu nedensellik.
Bunu vurgulamak istedim zira incelediğimiz kitabımız da bunu vurguluyor. İçerisindeki on dokuz ayrı bölümde, farklı bağlamlarda ele alıyor günlük hayattaki totalitarizmi. Bu on dokuz bölümü aşk şiiri olarak nitelendirmemin sebebi ise, ister mantıksal bağlamda isterse de duygusal bağlamda olsun, bu totalitarizmin bir mutlakıyet halinde varolduğunu düşünmemden kaynaklanıyor.
Günlük hayattaki bu totaliter uzantıları görsek, fark etsek ve böylelikle bilincimiz artsa da, totalitarizm kendisini devindirmeye devam ediyor. Lakin tam da bu yüzden bu bölümler, on dokuz adet aşk şiiri. Bize bir ideal de sunuyor eleştirisinde; ulaşmak istediğimiz, hasretini çektiğimiz…
Geceye Övgü
Hemen hemen tüm kültürlerde, karanlığın kötü güçlerle ilişkilendirildiğini söylüyor bu şiir. Geceye ait olan, gecede yaşayan insanlardan korkulması gerektiğini öngören akıldan bahsediyor. Halbuki gündüz ve gece kişileri aynı kişiler aslında. Ama gün ışığı, görünmeyi sağlayan bir olgu olarak, süperegonun ya da toplumun baskıcı yanlarını da tezahür ettirir, tezahür etmesini kolaylaştırır. Teslimiyettir gün ışığı.
Bunun karşısında gece ise, bize özgürlük sunar. Normları devindiren kuvvet ise bizlere geceden kaçınmayı salık verir. Geceden nasıl kaçınılır peki? Elbette uyuyarak. Uyumak, gecedeki gerçeği görmezden gelmektir. Zira görmezden gelmezsek eğer, mevcut normların radikal ve totaliter yanlarını hissetmeye başlarız ki, bu durum mevcut normlar için tehlikelidir. Mevcut normlar da bilirler bu tehlikeyi.
Gün boyunca bir şeyleri görürüz ama gördüğümüz şeyler aslında ışığın bizlere yansıttığının belirlenimine tabidir. Çalışmalıyızdır, verimli olmalıyızdır, hesaplı olmalıyızdır, modayı takip etmeliyizdir ve birçok başka gereklilik ile meşgul olmalıyızdır. Ben kaotik bir insan değilim. Çalışmayalım, verimsiz olalım, hesaplı olmayalım, modayı takip etmeyelim demiyorum. Ama bütün bunları yaparken, neden bunları yaptığımız üzerine düşünelim diyorum. Şiir de bunu söylüyor.
‘‘Uyuyamayan, uykusuzluk hastalığı çeken kişiler, karanlığın getirdiği sınırsız özgürlük ve gerçeklikle baş edemeyen kişilerdir aynı zamanda. Bu insanlar, gün boyunca, her şeyi izlemekle oyalanırlar. Oysa gece artık izlenecek bir şey yoktur. Sadece, yaşamın o belirgin sesi duyulur içten içe. Gündüzden soyutlanıp, kurtulmuş olan anlamsızlık, artık saklı değildir. Hayatta olma bilinci kendini daha güçlü bir şekilde hissettirir geceleri, ölümün varlığı da öyle. ‘Yaşamın anlamı’ gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam, gecenin konusudur.’’
(Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 21-22.)
Özgürlük Cehennemdir
Eskiden en azından cehennemin ve işkencenin saklı bir yanı olmadığını, ama günümüzde hegemon terörünün ya da iğdiş etmelerin kamuoyundan gizlendiğini söylüyor bu şiir.
‘‘Bugün, yeryüzündeki cehennem sansüre tabi. Tabu sayılıyor.’’
Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, İletişim Yayınları, 2021, s. 28.
Bu bağlamda, sunulan yeryüzü cennetinin yani “olması gereken”lerin, olumlanan toplumsal normların totaliter olduğunu belirtiyor. Zira bu olgular, bu olguları düzenleyenlerin kendi tasarılarıdır. Burada özgürlük sorunsalı tartışılıyor aslında.
‘‘Günümüzde cehennem kendilerine inananların, cennet ise paralı askerlerin mekanıdır.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 30.
Sözcük Mahpusları
Bu şiirde ise temel olarak dilin totaliterliği ele alınıyor. Ve çok kadim bir mitolojik unsur olan Babil Kulesi olgusu da bu bölümün başında Gustave Dore’un çizimi ile ve Eski Ahit’ten bir alıntı ile sunuluyor. Babil Kulesi neden önemliydi? Zira Tanrı, o zamana kadar aynı dili konuşan insanların, bütün dünyanın dilini orada karıştırdı; kendisine ulaşma istençlerine karşı bir ceza olarak. Peki dilsel ayrılma meydana gelince ne oldu?
Tahmin edeceğiniz gibi: İletişimsizlik. İletişimsizliğin ötesinde, aslında bu şiirin asıl irdelediği nokta, diller arası ayrışmadan ziyade, genel olarak sözcüğün nesneler, kavramlar ve duygular üzerindeki indirgemeciliği ile alakalı.
‘‘Sözcükler, nesnelerin ve duyguların dünyasına bir düzen, bir standardizasyon getirir.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 35.
Peki ya sözcükler, aktarmak istediğimiz ifadeyi sırtlamakta yetersiz ise? Ya bazı kelimeler, bazı anlamlara gelmiyorsa? Albayım?!
‘‘Türümüzün en karmaşık ve en zengin deneyimlerinden biri olan aşkta örneğin, ‘seni seviyorum’ sözcükleri, bakıştan, temastan, kokudan ve aşkı ifade eden çeşitli seslerden çok daha büyük önem kazanmıştır. Duyularımızın ortak yaşanmışlığı aracılığıyla aşkı paylaşmaktansa, ona sözcüklerle sahip çıkmaya çalışıyoruz.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 36.
Ayrıca şiir, sözle ifadenin karşısına konumlandırılan suskunluk ya da sessizliğin bir iletişimsizlik olarak addedilmesini de eleştirilmekte. Halbuki sessizlik, düşüncenin ve yoğunluğun kaynağı mesabesindedir.
‘‘Sessizlik sözlerin yokluğu demek değildir. Doldurulması gereken bir boşluk değildir o. Sessizlik sözcüğü bile yanlış. Ozanlar, sessizliğin seslerine kulak verirler.’’
Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, İletişim Yayınları, 2021, s. 41.
XX. Yüzyıl Delileri Artık Özgür Değiller
Bu şiirde de insanlığın aynı trajik lanetine rastlıyoruz: Standardizasyon. Gerçeğe benzersiz bir bakış açısından bakmak olarak ifade edilebilecek delilik, artık belli bir kalıba sokulmuş durumda. Artık deliler “ıslah” ediliyorlar.
Aslında buradaki tehlike, marjda kalanların tanımlanışını da, onların törpülenmesini de çoğunluğun, popülist olanın yapıyor olmasıdır. Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu isimli eserinde değindiği gibi, toplum üzerinde bir biyoiktidar oluşturularak, insanların deli olma özgürlüğünden dahi yoksun bir şekilde iktidarı, yani geçer akçeyi içselleştirmesi sağlanıyor.
‘‘Muhalefetin potansiyel bir politik güce sahip olduğu tüm vakalarda, kurulu düzen, akıl sağlığı konusundaki ölçütlerini değiştirmiştir. Bu tür bir esneklik ona daha da büyük bir siyasal güç sağlamıştır.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 48.
Aslında asıl delilik, kolektif olandır. Asıl delilik, normal olarak addettiğimiz unsurların, törpülenen ve kalıba sokulan özgürlüğün içselleştirilmesidir. Postmodern toplumda hakikaten deli olabilmek ise, ayrıcalıktır.
‘‘Psikiyatri, bir baskı aracıdır. Szass, Laing ve Foucault gibi bilimadamları bu konuyu ele almışlardır.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 50.
Burada Yer, Şurada da Uyuruz
Bu şiir, bize formun ne denli etkili olduğunu belirtiyor; hem de kafiyesiz bir şekilde. Evet, şiirde de, form olan kafiye, şairin yaratıcılığında etkili olabilir. Tanpınar böyle söylemiş Varlık Dergisi’nde. Haklı da bir bakıma. Lakin bu durum, yaratıcılığa katkı sağlayan kafiyenin totaliter olduğu gerçeğini değiştirmez. Velhasıl, yaşamsal formlarımız da öyle değil mi? Hele mekanlar!
‘‘Mekanın en etkili biçimde kullanıldığı apartman dairesi modeli, totaliter bir düzenlemeyi yansıtır. Bu plan, milyonlarca insanın tıpatıp aynı hareketleri yapıp, tıpatıp aynı çevreye tabi olarak yaşaması sonucunu doğurur.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 67.
İşlevsel kullanımlardan uzak durmalıyız demiyorum lakin, işlevsellik uğruna neleri feda ettiğimizin farkında olmalıyız da. Zira tektipleşme, formdan zihne yansır; hatta formdan ruha, duyguya yansır.
‘‘Yaşama mekanının düzenlenmesi, duygularımıza da hükmeder.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 70.
Kahramanlar Totaliterdir
Kahramanın statükoyu sergileyen ve taklit nesnesi olarak algılanan hüviyetinden bahseder bu şiir de. Buradaki yaklaşım, kahramana dair iyi ya da kötü eleştirisi değildir. Tamamen özcü bir yaklaşımdır. Nitekim bu kavram, toplumsal alanın tamamına dair kullanılır eleştirilirken. İlk kertede akla politik bir unsur olan kahraman gelir. Zaten şiir de, Napoleon’dan bir alıntı ile başlar:
‘‘Nedir taht? Kadifeyle kaplanmış yıldızlı bir parça tahta. Devletim ben. Burada halkın temsilcisi yalnızca ben’im. Hata yapmış olsam bile, beni halkın içinde eleştirmemeliydiniz. İnsanlar kirli çamaşırlarını evde yıkarlar. Fransa’nın bana olan ihtiyacı, benim Fransa’ya olan ihtiyacımdan daha fazla.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 76.
Şiirin devamında, kahramanlaştırılan unsurların tümü bağlamında kritize edilebilecek satırlar mevcut. Mesela, moda da bir kahraman rahmi aslında. Yahut modern kültür de bir kahraman. Ve en kritik nokta ise, kahramanlaşmanın çocuk zihnine etkisinde yatıyor. Yaratıcı gerçeklik tasavvurunun iğdiş edildiği bir belirlenimciliğin temsilcileridir kahramanlar, bu bağlamda.
Enformanyaklık
Bilgiye kolay ulaşım, bilgi bolluğu… Ne de hoş çağrışımları var değil mi bu ifadelerin? Peki ya bilginin bolluğu bizi bilgi olgusuna kayıtsız hale getiriyorsa? Ya da enformasyon kavramının tanımı gereği, bize ulaşan bilginin dolayımında manipüle edici bir yan varsa?
‘‘Kaba totaliter toplumlarda, bilgilendirilmiş bir halk, yönetimin varlığını tehdit eder. Rafine totaliter toplumlarda ise, kendisine bilgi verildiğini vehmeden bir halk, iktidar yapısının devamlılığını sağlamak için elzemdir.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 93.
Totaliter öznenin en büyük korkusu muhalefet değildir, ciddiye alınmamaktır diyor bu şiir.
Senin Cinsiyetin Ne?
‘‘Cinselliğimiz bedenimizden çok zihnimizdedir.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 100.
Salt genetikten ziyade, toplumsal cinsiyet olgusunun totaliterliğinden bahseder bu şiir de. Cinsel kimliğimiz ilk girdiğimiz rollerden birisidir. En yoğun koşullandırılma da bu bağlamda meydana gelir. Ayrıca bu şiirde, toplumsal cinsiyet ayrımı bağlamındaki totaliterliğin ortadan kaldırılması için, savaş verilen bağlamın da irdelenmesi gerektiğini belirtilir. Konumlandırmalara dikkat edilmeli; kazanım elde etmek için, eleştirilen düşünceyi pekiştirecek bir düalizm meşrulaştırılmamalıdır der.
Seçmeme Özgürlüğü
Bu şiirde önemli bir nokta vurgulanır: Seçme özgürlüğünün bir illüzyona dönüşme durumu. Anlamı sorgulamaktan ziyade eylemi sorgulamak ön plana çıkarıldıkça, bu illüzyona kapılma olasılığımız da artar. Seçim davranışımızı devindiren güdülenme nedir?
‘‘Tüketime yönelik olarak koşullandırılmış seçim davranışı genelleşerek, kültür ve politikadan arkadaşlığa ve evliliğe kadar hayatın her alanında kendini tekrarlar. Süreçleri yaşamaktansa, seçimleri tüketmeyi yeğleriz.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 115-116.
Seçim şayet edilgen bir toplumsallaşma, bir tarafgirlik, salt bir tercih edebilme zevki halinde tezahür ediyorsa, seçme özgürlüğünün “özgür” bir eylem oluşu sorgulanmaya açıktır. En kritik nokta ise, seçme özgürlüğümüz olan tercihlerin belirlenişinde yatar:
‘‘Bizim oyumuzu ve desteğimizi kazanmak için siyasi partiler, tüketim malları satıcıları, eğlence sunucuları ve dini mezhepler bize kur yaparken, sunmak, sınırlamak ve seçimlerimizi belirlemek suretiyle asıl onlar bizi denetlemektedirler.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s.117.
Hainleri Savunmaya Dair
Ait olduğumuz grup normlarını hiç sorguluyor muyuz? Zor bir eylem, zira içselleştirdiğimiz unsurlar sınanmış ve tehdit edilmiş oluyor. Toplu olarak hareket edilen her yerde, grup içi saldırı nesnesi her daim grup normlarına aykırı davranan bireydir ve bu durumda bireyin eleştirel kopuşu, “hain” olarak sıfatlanmaya götürür. Toplum, bireyin bireyselliğine tecavüz eder bir bakıma.
‘‘Saldırı hedefimiz, birey. Bizimle aynı yolda yürümeyenler mahkum ediliyor.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 147.
Ölüm Unutkanlığı
Bir şeyi kaybedeceğimizi bilmek, o şeye dair iştiyakımızı artırmaz mı? Keyfine daha çok varmaz, bunun için uğraşmaz mıyız? Ölümün farkında olmak da, aslında yaşamın güzelliğini algılamaktır bir bakıma. Şiir böyle söylüyor. Her daim ölüm gerçeği altında bir ıstırap değil olumlanan, bir bilinç sadece. Zira ölüm unutkanlığı, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi aklımızın araçsallaşması da bir gündelik hayat totalitarizmidir.
‘‘Ölümü yadsıyarak, ölümü gülünç ve çaresiz çabalarla ertelemeye çalışarak hayata körleşiyoruz.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 160.
Sanatçıdan Sakının!
Sanat, yaratıcı bir dışavurumdur. Ve bu yaratıcılık sadece yeni bir şey yaratmak değil, mevcut bir şeyin yepyeni bir sunumudur çoğu zaman da. Bu şiirde, sanatın yaratımdan ziyade üretim ve tüketim nesnesi haline gelişi; yaratıcılığın kitle standartları çerçevesinde iğdiş edilişi haykırılıyor. Sanatın özgün hüviyetinden ziyade, artık bir sanat tekniğinin ortaya çıkışından dem vuruluyor.
‘‘Sanat, özünde, bir gösteri ya da bir obje değil, bir deneyimin paylaşılmasıdır, bir sürece karşılıklı katılımdır.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 168.
Yaşasın Anlaşmazlık
Bu şiir de, mutlak uyumun ütopik bir şey olduğundan ve düşüncenin, tıpkı tez-antitez-sentez gibi diyalektik süreçlerle geliştiğinden bahsediyor. Bir Yidiş atasözü aslında bu bölümü özetliyor:
‘‘Herkes aynı yöne çekseydi, dünya alabora olurdu.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 176.
Hayata Karşı Amaçlar
Hedef ve amaç yörüngesinde yaşanan bir hayat, yaşanan değil tüketilen bir hayattır. Hayatı amaçlara indirgemek, onun sadece yüzeyine tutunmaya çalışmaktır. Hem amaç, nedensellik çerçevesinde araç ile sıkça yer değiştirmiştir insanın makus tarihinde ve değiştirmeye de enikonu devam ediyor aslında.
‘‘İnsan insana ilişki kurmak yerine, giderek, amaçlarımız, mesleki etiketlerimiz ve profesyonel kişiliklerimiz aracılığıyla ilişki kuruyoruz birbirimizle.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 188.
Zıp, Sen Öldün
Bu şiirde müthiş bir kavramdan bahsediliyor: Düğme. Zira düğme, öznenin nesneleştirilmesidir, vicdani rahatlama için mesafedir, otomatizasyon simgesidir. Eylemi dolaylı hale getirerek vicdani rahatlamayı meşrulaştırmaktır aslında. Eylemlerin bilincinden uzaklaştırır insanları. Düğme duyarsızlıktır, öze yabancılaşmadır. Düğme modernitedir ve Baumann’ın da belirttiği üzere, modernite holokostun yeterli değil, gerekli koşuludur. Özlerimize dair, ruhumuza dair, doğamıza dair holokosttur modernitenin tahakkümü ve teknik diktatorya.
‘‘Giderek daha çok insan, resmini çekmek üzere olduğu şeyle bütünleşmek, onu duyumsamak, anlamak ve kavramak yerine, görüntüyü yakalamak ve sahneyi kendi bağlamından koparıp almakla meşgul.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 209.
Homo Sapiens Blues
İnsan nedir? Bu sorudur aslında bu şiirin leitmotifi. Akıl ve duyguyu, anlam ve algıyı, uyum ve çatışmayı; düalist olmamaya dikkat ederek bütüncül bir perspektifle ele alıyor. Evrene benmerkezci yaklaşımı da eleştiriye tabi tutuyor. Aslında, “cogito, ergo sum” yaklaşımının, “sum, ergo cogito” olması gerektiğini, benmerkezcilikten ziyade varlığı merkeze almayı yeğliyor.
‘‘Başını kuma gömen devekuşu gibi biz de tür-merkezci bir dünya düzeni yarattık.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 236.
Müjde! Çocuğumuz Oldu!
Çocuk yapmak, onun üzerinde mutlak bir totaliterliğin doğumudur mu aynı zamanda? Çocuk, yapmayı seçtiğimiz için değil de, yapabildiğimiz için mi dünyaya gelir? Aile yapısı başlı başına bir dikta mıdır? Çocuk ne denli özgürdür? Erginlendiğinde kendi doğrularının peşinde gitmekte özgür olsa bile, olgunlaşma ve sosyalleşme sürecinde oluşan bilinçaltı aslında hayatı boyunca onun yanındadır ve bu, ailenin mutlak etkisinin göstergesidir. Oscar Wilde’a kulak vermiş şiir:
‘‘Çocuklar hayata ana babalarını severek başlar, zamanla onları eleştirir ve nadiren affederler.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 242.
Şu Sihirli ‘An’
Hayatlarımızı düzenlediğimizi düşünmek, totaliter bir davranıştır diyor şiir. Yaşama buyuruyoruz. ‘An’ları beklerken yaşamı kaçırıyor, körleşiyoruz.
‘‘Yalnızca hayatımızı düzenlediğimiz gibi yanlış bir düşünceye kapılmakla kalmıyor, bir de üstelik sevinçleri düzenlemek, kendimiz için en mükemmel koşulları planlamak gibi kibirli bir yol tutuyoruz. Bütün bunlar, yaşamDAN istediğimiz şeyler. Neden bu terim ‘yaşamDA’ istediğimiz şeyler değil? Neden yaşamdan? Çünkü ‘an’ları soyutluyoruz.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 255.
Ah, Minel Aşk!
Aşkın bir hızlı tüketim metasına dönüşmesini eleştiriyor bu şiir de. Aşk tüketilecek, sahip olunacak ya da teslim olunacak bir şey değildir! Ayrıca aşk, kendimizi korumanın buyruğunda ‘duygusal yatırım’a da dönüşmemeli.
‘‘İnsanın sevdiğine sahip olma tutkusu aşkın kendisinden ağır basmaya başladığı an, bu aşk değildir artık. Aşk yaşamdan güçlü olamaz, özgürlükten yoksun olarak da varlığını sürdüremez.’’
Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, s. 265.
Ve Bir Umutlu Şarkı
Bütün bu gündelik totalitarizmin altında, elbette umutsuzluğa kapılmayacağız. Cehenneme Övgü, bir bakıma umuttur da. Cehenneme övgü dizmek; cehennemin varlığına, özgürlüğün, umudun, aşkın varlığına inanmaktır. Cehenneme Övgü kitabı da, içindeki bu on dokuz bölümde gündelik hayatın totalitarizmine değinirken, bir yandan da eleştirelliği ile ideal olanın tasvirini sunar önümüze.
Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü kitabını bitirirken de, Charles Baudelaire’in Paris Sıkıntısı eserinden bir alıntı ile bize umudu salık verir:
Sarhoş Olun
‘‘Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda: Tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için, durmamacasına sarhoş olmalısınız.
Ama Neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun. Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üzerinde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun, ‘saat kaç’ deyin; yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir karşılığını: ‘Sarhoş olma saatidir.. Zamanın inim inim inleyen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.’’
(Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm,s. 277.)
Pablo Neruda’ya sevgiyle…