Kara Yengeç: Savaşın Gerçek Yüzü
Kara Yengeç adıyla dilimize çevrilen bomba gibi bir film ile yine sizlerle beraberiz. İsveç yapımı olan ve Stockholm’de çekilen filmin orijinal adı ise Swart Karabba. İzlerken oldukça heyecan verici ve ürpertici bulacağınız bu yapım, seyircilerine etkileyici bir serüven yaşatmakta.
Aksiyon- gerilim türünde yer alan filme, Netflix yapımı olarak yine aynı platform üzerinden ulaşabilirsiniz. 2022 yılında sinemaseverler ile buluşan çiçeği burnunda olan Kara Yengeç, Aslında Jerker Virdborg’ın romanından uyarlanmakta. Sonrasında yine kitabın yazarı Jerker Virdborg ile Adam Berg tarafından senaryolaştırılıyor. Böylece film haline getiriliyor. Senaryonun yanı sıra, Adam Berg, Kara Yengeç‘in aynı zamanda yönetmenliği de üstlenmekte. O zaman Kara Yengeç filmi ile savaşın insanlara sunduğu vahşeti gelin birlikte değerlendirelim.
Acı ama Gerçek
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Kara Yengeç Adam Berg’in ilk uzun metraj filmi. Haliyle yönetmen koltuğunda oturan Adam Berg için oldukça heyecan verici olduğunu da söyleyebiliriz. Yazının ilerleyen bölümünde derinlemesine inceleyeceğimiz Kara Yengeç‘in hikâyesine kısaca değinelim.
Neden ve nasıl olduğunu tam olarak bilemediğimiz bir savaş sonrası ülkesini kurtarmak üzere askeri bir grup görevlendiriliyor. Altı kişiden oluşan bu küçük birliğin görevi ise kendilerine verilen kapsülleri yetkili isimlere ulaştırmak. Oldukça zor bir vazife verilen bu askerler için tek şans ise sağ salim karşı tarafa geçmeleri. Tabii buna bin bir türlü aksilik, çatışma ve soğuk havayı da eklersek şartlar hayli çetin.
Filmin ilk açılış sahnesi bir tünelin içinde başlıyor. İzleyici olarak, kahramanlarımızın zor bir durumdan kaçmaya çalıştıklarını anlıyoruz. Ancak Caroline Edh ile kızı, düşman askerlerine yakalanıyor. Sonrasında olanlar ise karanlık. Ülkeleri bir savaş halinde ve içerde ise tam bir kaos hakim. Düşman birlikleri, acımasızca herkesi yok ediyor. Sonrasında Caroline’yi bir tren vagonunda darmadağın bir şehre varırken görmekteyiz. Caroline askeri üste teslim olmak üzere yola çıkartılıyor ve Tessenöy üstüne varış ile olaylar başlıyor.
Onun gibi diğer beş askerde üste vardıklarında vazifelerinin ne olduğunu öğreniyorlar. Açıkçası ülke kaybedilmiş ve tek bir umut var. O da 100 mil uzakta yer alan Öde’ye ulaşarak kendilerine verilen emaneti teslim etmek. Bir nevi intihar olan bu görev, kahramanlarımıza çılgınca gelse de her biri için tek kurtuluş yolu bu. Çünkü onlarda savaşın bitmesini ve sevdiklerine kavuşmayı arzulamaktalar.
Zaten yol boyunca izleyici olarak neden burada olduklarını da anlamaya başlıyoruz. Her asker farklı bir hikâye ve farklı bir amaç taşısa da tek ortak yanları var. Bu da kıyametten kurtulmak. Tüm bu açılardan klasik bir hikâye olduğunu belirtebiliriz. Ancak hikâyeye dâhil olan birçok nokta var ve bu yönüyle de film oldukça sıyrılıyor. Bunlardan biri ise 100 mil uzaklıkta yer alan bu Öde üstüne nasıl ulaşacakları sorunu. Çözüm ise oldukça ilginç: Buz pateni.
Yazının devamı yapımı izlememiş olanlar için tat kaçırıcı detaylar içermekte.
Savaşta Her Yol Mubah mıdır?
Savaş kaybedilmek üzere ve generallerden oluşan üst rütbeli askerler, güvendikleri altı askeri üstlerine topluyor. Peki, askerler neden seçildi? Belki de her birinin içinde barındırdıkları zayıf yönleridir. Devlet yetkilileri de bu zaafları, bir umut ışığına çevirerek kullanmak derdinde. Öyle ki son derece soğuk ve buzlar altında kalmış bu şehirde buz tutmuş bir denizin aşılması gerekiyor. 100 mil uzakta olan deniz, araçla gidilemeyecek kadar ince ve gemiyle gidilemeyecek kadar da kalın bir buz tabakası halinde. Burayı geçmenin tek çaresi ise buz pateni kullanmak. Yanlış duymadınız “buz pateni”.
Böylece buz pateniyle hedefe doğru yola çıkılıyor. İlk başlarda sakin ilerleyen yolculuk, zaman ilerledikçe çetin bir hal alıyor. Kahramanlarımız; düşman güçlerinin kurşunları, baskınları ve buz tabakasındaki incelmeler karşısında birer birer eksiliyorlar.
Ayrıca kendi aralarında kimi zaman aldatmacalar ve şüpheler de mevcut. Misal, Karimi’nin radyo frekansı aracılığıyla nişanlısına ulaşma çabası, baskına uğramalarına neden oluyor. Haliyle ekip arasında kargaşaların ilk pimi de çekiliyor. Bir diğer olarak karakterlerin her biri vahşi ve sert olsalar da içlerinden Granvik, vicdani temsil etmekte. Granvik’in tüm bu olanları sorgulayıcı tavırları, o vahşette bile adeta insan kalmanın ne demek olduğunu bizlere hatırlatıyor.
Bu önemli görevde ne taşıdıklarını bilmeyen ekip, Granvik’ın isyanı sayesinde ellerinde tutukları materyalin ne kadar tehlikeli olduğunun farkına varıyor. İşte tam da burada savaşı kazanmak mı, yoksa kaybetmek mi daha adil sorusu ile yüzleşmekteyiz. Öyle ki kanla başla taşıdıkları bu kapsülün içinde ölümcül bir virüs var. Onlar bu kapsülü ulaştırdıklarında ise virüs düşman safında yaygınlaştırılacak.
Kısaca biyolojik silah yoluyla toplu bir katliama imza atılacak. Dolayısıyla vicdani olarak oldukça ağır bir yük söz konusu. Görev bilinci mi, sevdiklerine ulaşmak mı yoksa insanca davranmak mı gerekir? Caroline, Malik, Granvik, Nylund’da film boyunca bu soruyla kıvranıp durmaktalar. Caroline hariç tüm ekip vicdanının sesini dinliyor. Fakat Caroline için bu hiç de kolay değil. Bir nevi kızı için her şeyi mubah olarak görmekte.
Etkileyici Performanslar
Gelelim oyuncuların sergiledikleri performanslara. Kara Yengeç, cast ekibi olarak son derece başarılı isimlerden oluşmakta. Başrollerinde Noomi Rapace, Aliette Opheim, Erik Enge, Jakob Oftebro, Ardalan Esmaili ve Dar Salim’in olduğu filmde oldukça etkileyici oyunculuklar söz konusu. Öncelikle filmin kadın yıldızı Noomi Rapace, Caroline Edh karakteri ile gerçekten göz dolduruyor. Bir annenin çaresizliğini ve evladı için kendi dahil her şeyden vazgeçişini seyirciye etkili bir şekilde aktarıyor. Hatta soğuk ve ifadesiz yüz mimikleri ile savaşın onu nasıl hissizleştirdiğini görmekteyiz.
Bir diğer olarak Nylund karakterine hayat veren Jacob Oftebro da etkileyici bir oyunculuk sergilemekte. Öyle ki filmin ortalarına değin gerçekten iyi ya da kötü biri mi olduğundan emin olamıyoruz. Böylece içerde hain olma duygusu oldukça diri tutuluyor. Ek olarak Karimi’yi canlandıran Ardalan Esmaili de adından söz ettirmekte. Nişanlısına ulaşma çabası ve içinde barındırdığı korkuyu gözleriyle bile oynuyor.
Sinematografik açıdan ise nefes kesici kareler mevcut. Nerede olduğumuzu ve soğuğun ne kadar etkili olduğunu vurgulamak amacıyla geniş kadrajların kullanıldığını görmekteyiz. Ayrıca, hikâyeye hizmet etmesi açısından tamamıyla soğuk ve gri bir atmosfer söz konusu. Başından sonuna değin sadece düşmanla değil soğukla da mücadele edildiği, kullanılan renk tonlarıyla hissettirilmekte. Ayrıca donmuş insan denizi de oldukça başarılı kadrajlar ile izleyicide şaşkınlık yaratıyor. Adeta kaçmaya çalışan sivillerin denizde donmuş şekilleri içinizi ürpertiyor. Böylece savaşın gerçek yüzünü bir kez daha görmekteyiz.
Kurgu tekniği olarak flashbackler kullanılmakta. Caroline’nin kızı ile yaşadığı anıları hatırlayarak çapraz kurgu ile film bağlanmaya çalışılıyor. Fakat bu teknik oldukça az sayıda kullanılıyor. Savaş ve kaos atmosferi oluşturmak için yeşil perde tekniğinin kullanıldığını da görmekteyiz. Aynı zamanda film boyunca görsel efektler de birçok sahnede yer alıyor. Tüm bu bileşenleri bir araya getirdiğimizde gerilimi ve aksiyonu yüksek bir film karşımıza çıkıyor. Böylece son derece akıcı bir aktarım oluşturuluyor.
Farklı ve Bir O Kadar Klasik
Dipnot olarak belirtelim; Jerker Virdborg’ın romanından uyarlanan Kara Yengeç, genel itibariyle romana sadık kalıyor. Ancak birkaç açıdan farklılıklar da eklenmiş durumda. Romanda başkarakter bir erkek iken filmde kadın olarak belirlenmiş. Bu durumu, filmin yönetmeni ve senaristi olan Adam Berg’in bilinçli bir tercihi olarak yorumlamak mümkün görünüyor. Hiç şüphesiz bir kadının savaş ve annelik dürtüleri arasında salınımı sinema açısından doğru bir tercih demek mümkün. Bunun yanı sıra, romanda Vanja karakteri de yer almamakta. Filmde ise Carolina’nın kızı olarak hikâyeye eklenmekte. Çünkü Carolina’nın motivasyon kaynağı olarak kızı kullanılıyor.
Özetle, Kara Yengeç yalan vaatler ile altı askerin savaşı kazanmak umuduyla aşılmaz denilen buzdan denizi geçme çabasını ele almakta. Gündüzleri saklanıp gece boyunca yol aldıkları için ise onlara Kara Yengeç deniliyor. Ayrıca hikâyenin onunda devlet otoritelerinin çıkarları söz konusu olduğunda ne tür vicdansızlıklar yapabileceğini bir kez daha anlıyoruz. Baştan sona yalan olan bir vaat ile insanlar kandırılıyor. Üstelik yetkililerin topraklarını korumak adına biyolojik silah yoluyla toplu katliam yapmayı göze aldıklarını da görmekteyiz.
Buraya kadar her şey güzel. Fakat filmde eleştirilecek konular da yok değil Öncelikle Kara Yengeç‘in temel meselesini oluşturan savaşın neden ve kime karşı olduğuna dair hiçbir bilgi yok. Yani hikâyenin tam ortasından başlayıp bir yerde anlam vermeye çabalıyorsunuz. Ancak nafile bir çaba olarak kalıyor.
Bir diğer noktaya gelecek olursak, senaryonun üzerine kurulduğu Caroline’nin nasıl bir usta askere ve savaşçıya dönüştüğünü de bilmemekteyiz. Gerçekte bir asker miydi? Değilse bu kadar usta bir askere nasıl dönüştü? Bu sorular karanlıkta bırakılıyor. Sonuç olarak bu bilmecelere rağmen Kara Yengeç izlenmeye değer bir film midir? Bizden size bir tavsiye; gönül rahatlığıyla izleyebilirsiniz. Tabii yine son söz sizlerin. İyi seyirler.