Kurak Günler : Bir Ülke Panoraması
Kurak Günler, Emin Alper’in dördüncü uzun metraj filmi. Dünya prömiyerini Cannes’ın Belirli Bir Bakış bölümünde yaptı. Türkiye prömiyerini ise Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yaptı. Film aynı zamanda Queer Palm’a seçilen tek Türkiye filmi özelliğine sahip.
Gerek Cannes’da aldığı alkışla gerek Antalya’daki gösteriminden sonra gelen yorumlarla büyük bir ilgiyle beklenen bir filmdi. Beklentileri de sonuna kadar karşılayan bir filmle karşı karşıyayız.
Konusunu özetleyecek olursak: Emre, Yanıklar kasabasına yeni tayin olmuş genç bir savcıdır. Tayin olduğu kasabanın belediye başkanı ve diğer halk tarafından da büyük bir samimiyet ile karşılanır. Kasabada yer altı suları tüketildiği için kasaba halkı büyük bir susuzluk sorunu ile uğraşmaktadır.
Savcı Emre, kasabada muhalif bir gazeteci olan Murat ile karşılaştıktan sonra kasabada dönen olayları öğrenir. Yakın zamanda yaklaşan seçimlerden dolayı Emre tarafsız bir konumda durmak istese de zamanla kendini bir tarafın içerisinde bulur. Gelin şimdi Kurak Günler’i etraflıca inceleyelim.
Şehre Biri Gelir
Edebiyatımızda ve sinemada çokça örneğini gördüğümüz, şehirden taşraya gelen aydının oraya uyum sağlama uğraşını anlatan bir film daha diye düşünürken Emin Alper tüm formülleri ters düz ediyor. Bizi uzun süredir izlemediğimiz bir taşra anlatısı ile baş başa bırakıyor.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban’ı, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu’su, sinemadan örnek verecek olursak ise Atıf Yılmaz’ın çektiği Mine, Yusuf Kurçenli’nin çektiği Raziye ve Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’su ilk aklıma gelen örneklerden bazıları.
Kurak Günler’de de Emre karakteri şehirden Yanıklar kasabasına tayin oluyor. Yönetmen Emin Alper bir röportajında, karaktere Emre ismini dönemin aydın ailelerinin oğullarına sık verdikleri bir isim olduğundan dolayı verdiğini belirtiyor.
Film ise Emre’nin ailesini ve geldiği ortamı sadece bir dakikalık bir görüntülü görüşme ile anlatıyor. Annesinin kasabaya karşı küçümseyici tavrını hemen anlıyoruz. Bu tavır Emre’de de alttan da olsa film boyunca devam ediyor.
Filmin başında savcı Emre ile hâkim Zeynep’i bir obruğa bakarken görüyoruz. Her yönüyle müthiş bir estetik üzerine kurulmuş bir sahne. Aynı zamanda bir post- apokaliptik film izliyormuş gibi bir hisse sokuyor seyirciyi.
Bu sahneden sonra ise kasabayı görüyoruz. Tüm gerçekliği ile çoluk çocuk herkes sokakta ellerinde tüfekler ile bir domuzu öldürmeye çalışıyor. Film zaten bu açılış sahnesi ile seyirciyi adeta koltuğuna çiviliyor. Bir domuz avı ve tüm kasabanın yolunu adeta bir şerit gibi ayıran domuz kanı filmin alegorik anlatımının başlangıcını yapıyor.
Kurak Günler ve Politik Sinema
Türkiye sinemasında artık rastlamadığımız bir tür olan politik sinemanın en son örneklerini seksen öncesi dönemde gördük. Son yirmi yıldır ülkenin içerisinde bulunduğu siyasi atmosferi, üzerimizde hissettiğimiz gerilimi anlatan bir film izlememiştik.
Kurak Günler, tam olarak içinde yaşadığımız atmosferi yansıtan bir film. Bir siyasi gerilim filmi. Üstelik arkasını sağ popülist rejimlerin sıklıkla başvurduğu homofobiklik, azınlık düşmanlığı, kadın düşmanlığı gibi kavramlara dayıyor.
Film söyleyeceği çoğu şeyi çeşitli imgeler üzerinden yapıyor. Fare kapanı, domuz avı ve filmin tam ortasında olan obruk bunlardan en önemlileri. Kasaba halkı ise bir yandan ahlakçılığı bir yandan da her türlü pisliği yapabilecek kötülükleri ile çok iyi bir temsil sunuyor.
Filmde yeraltı kaynakları tükendiği için susuzluk ile boğuşan bir kasaba görüyoruz. Belediye başkanı ise bu soruna günü geçirecek tehlikeli çözümler buluyor. Filmin arka planında devamlı olarak yaklaşan bir seçim ve o seçimden önce yapılan tüm kötülükleri unutan bir halk gösteriliyor.
Susuzluk ve su üzerinden kurulan güç de aklımıza sinemamızın büyük filmlerinden biri olan Susuz Yaz’ı getiriyor. Film gücü elinde tutan zalimlerin neler yapabileceğini bir kere daha büyük bir gerçekçilik ile gösteriyor.
Kurak Günler, ülkenin temsilini ve siyasi atmosferini bir kasabaya indirerek anlatıyor. Kasabada da eski ve yeni adı altında iki kısım var. Kasabanın iklimine uygun yapılmış eski evlerin yerini apartman daireleri almış. Savcı da o eski evlerden birinde kalarak aslında tarafını bize göstermiş oluyor.
Savcının evine fare zehri koymaya gelen çocukla savcı arasında geçen konuşma da günümüzde iktidarı savunan kişilerin alışkın olduğumuz argümanların benzerlerini tekrarlıyor. Eskiden burası çok geriymiş, muhalefet yapan gazeteci Yanıklar’ın gelişmesini istemiyor tarzı cümleler kuruyor. Yani halk nezdinde de eski yeni ayrımının belirgin bir şekilde yapıldığını görüyoruz.
***Yazının devamı filmi izlemeyenler için tat kaçırıcı detaylar içerebilir. ***
Av, Avcı
Filmin başlangıcında izlediğimiz av sahnesi aslında filmin gidişatına dair de çok şey söylüyor. O domuzu öldürüp tüm kasabada gezdiren kişiler daha sonrasında bir kadına tecavüz de ediyorlar. Yani toksik erkeklik dediğimiz şeyin tam anlamıyla canlı birer örneğini izliyoruz.
Tahakküm kurabileceği her şeyin üzerinde tahakküm kuran, onları öldüren, tecavüz eden ve bunların hepsine hakkı varmış gibi davranan bir kötülük ile karşı karşıyayız. Fakat bu tecavüz olayıyla ilgili en büyük soru işareti de filmin başından beri kendimizi özdeşleştirdiğimiz Emre karakterinin de olayda suçu olabileceği karmaşası.
Filmin bu kısımda yaptığı şey bence filmin en iyi yanlarından biri. Seyirci olarak biriyle özdeşleşiyoruz ve o kişinin suçlu olabilme ihtimali var. Bu da filmi klasik bir iyiler, kötüler çatışmasından çıkarıyor.
Kurak Günler, bugüne kadar taşra anlatısı adı altında izlediğimiz birçok filmden daha farklı bir anlatım kuruyor. Adeta birçok formülü ters düz ediyor. Bu yüzden de şimdiden sinemamızın önemli filmlerinden biri haline geldi.
Filmde kasaba halkı üzerinden kurulan öfke ve muhafazakarlık ülkenin içinde bulunduğu davranış reflekslerini anlatmak adına başarılı bir şekilde kurulmuş. Şehrin dışında çadırda yaşayan çingeneler yani azınlıklar tehdit olarak görülüyor. Kadınlar da tehdit olarak görülüyor.
Zaten kasaba sokaklarında hiç kadın görmüyoruz. Hayvanlar tehdit olarak görülüyor ve tabi ki eşcinsellik tüm kasabanın değerlerine zarar verebilecek bir unsur olarak görülüyor. Tüm bunlar aynı zamanda şu an ülkede de tehdit altında olan her grubu temsil ediyor. Yani tüm bunların karşısında olan, kendi suçlu olabilme ihtimali ile soruşturma açan Emre karakteriyle seyirci istemsiz bir aynalama içerisine giriyor.
Hafıza Üzerine
Kurak Günler’in yapısını üzerine kurduğu bir diğer kavram ise hafıza. Emre o gece yaşadığı şeyleri hatırlamıyor. Film boyunca da o hatırlamadıkları üzerinden bir ima zinciri kuruluyor. Tam anlamıyla Emre o gece ne yaptı hiçbir zaman bilemiyoruz.
Filmin muhalif gazetecisi Murat’ı ilk olarak Emre gölde yüzerken görüyoruz. Bu sahnede sadece kamera açıları bile ikili arasındaki elektriği vermeye yetiyor. Filmde en iyi çalışması gereken şey de zaten ikili arasındaki cinsel gerilimdi ve bu çok iyi çalışıyor.
O geceye dair olan şeylerin ne olduğu tahmin etmemizde bu cinsel gerilim iyi bir yol gösterici oluyor. Murat karakteri filmlerde çok sık gördüğümüz bir femme fatale karakteri. Bu yüzden de Murat’ın kasabada bu denli nefret edilmesinin en büyük nedeni sadece muhalifliği değil.
Murat ile Emre arasındaki ilişki ve o gece olanlara dair imalar çok başarılı sahneler ile yapılmış. Sözlerden ziyade ikisi arasındaki gerilim hep kamera açıları ile verilmiş. Bu tercih bir yandan da sinema perdesinde bir çeşit hatırlama hissi de uyandırıyor.
Emre’nin içinde boğuştuğu o gece neler oldu hissiyle seyirci olarak biz de boğuşuyoruz. Filmin en büyük gerilimlerinden biri de bu aslında. Kara film türünün belli yanlarını çok başarılı bir şekilde kullanıyor. Bu da film boyunca hiç düşmeyen bir tempo yaratıyor. Sürekli ne olacak hissi ile izlemeye devam ediyoruz. Tabii ki burada en büyük başarılardan biri de kurgu. Kurgunun filmde bazı sahneleri daha da güçlü kıldığını fark ediyoruz.
Linç Kültürü
Linç kültürü günümüzde en fazla karşılaştığımız kavramlardan biri haline geldi. Oldukça tehlikeli olan ve genel olarak bilgisi olmadan fikir sahibi olan insanlar üzerinde de çok işe yarayan bu kavrama biz zaten kendi ülke tarihimizden tanıdığız.
Filmin en son sahnesinde savcının evine dayandıklarında seyirci olarak tüm salon nefesini tuttu. Tüm yobazlığı ile sinirli bir kalabalığın ellerinde ateşler ile neler yapabileceğini biz Sivas Katliamı’ndan biliyoruz çünkü.
İşte o sahne bir anda tüm bunları tekrar hatırlattı. Emin Alper, bu sahnede karamsarlığı, korkuyu göstermek yerine cesarete sarılmış. Emre ve Murat dışarıda bekleyen tüm kalabalığı umursamadan başları dik bir şekilde evden çıkıp arabalarına biniyorlar. Kalabalığın o bir anda sessizleşmesi de bize aynı şeyi gösteriyor. Güçlü değiller. Cesaret karşısında ne yapacaklarını bilmiyorlar.
Filmin en sonunda ise gerçek kötü karakterler ile bir kaçma kovalama sahnesi izliyoruz. Bu kovalama sahnesi her açıdan mükemmel bir sahne ile bitiyor. Benim için şimdiden sinema tarihinin unutulmaz son sahnelerinden biri haline geldi. Sahne hiç yapay ışık kullanılmadan çekilmiş.
Teknik açıdan mükemmel bir iş çıkmış ortaya. Bıraktığı his ise bambaşkaydı. Uçurumun diğer tarafında duran iki adam ve arkaları karanlık. Sanki biraz da ışık olsa arkalarında kendimizi de görebilecekmişiz gibi hissettim. Yalnız görünüyoruz ama ne kadar da kalabalığız ve ne kadar güçlüyüz. Sinema salonundan bu hisler ile ayrılmak müthişti.
Kurak Günler ve Gerçekler
Emin Alper, Kurak Günler için 2018 yılında Kültür Bakanlığı’na başvuruyor. Filmi fon almak için uygun bulunuyor ve fonu alıyor. Bu fon Türkiye’de bir film yapmak isteyen herkes için çok önemli. Çünkü bu fonu almadan yurt dışındaki çoğu fona da başvuru yapamıyorsunuz.
Emin Alper daha sonra senaryo birkaç revizyon geçirince son değişiklikleri de 2021 yılında Kültür Bakanlığı’na sunuyor. Bu paranın büyük çoğunluğunu da o zaman alıyor. Fakat filmin çıkmasına sayılı günler kala Kültür Bakanlığı bu parayı faizi ile geri istediğini belirtiyor. Gücü elinde barındıran baskısı bu filmin de konularından biriydi. İşte her zaman sanat hayatı değil bazen de hayat sanatı taklit ediyor.
Son olarak, Kurak Günler oyuncu seçimi açısından mükemmel bir işi kotarmış. Oyuncuların her biri çok iyi oynamış. Özellikle Selahattin Paşalı ve Erdem Şenocak benim favorilerim oldu. Diğer çok başarılı olan şey ise kurguydu.
Filmin kurgusunu yapan ve yakın zamanda da ödül alan Eytan İpeker ve Özcan Vardar da filmin başarısında büyük emekleri olan kişilerden. Son olarak da görüntü yönetmeni Hristos Karamanis, bakmaya doyulmayan planlar yaratmış. Bu kişileri anmadan geçmek istemedim. Film hala vizyonda, sinemada izlemenin keyifli olacağı filmlerden biri. O yüzden rahatlıkla herkese tavsiye ediyorum.