Sisifos Söyleni: Uyumsuz Olmak
Sisifos Söyleni hakkındaki incelememiz sizlerle…
Albert Camus’nün, uyumsuz düşüncenin betimlenmesine dair denemesi olan Sisifos Söyleni eserini sizler için inceledik.
Öncelikle belirtmek gerekir ki “uyumsuz” sözcüğü, Camus’nün kullandığı “absurde” sözcüğünün Fransızcadan dilimize tercümesinde kullanılan karşılıktır. Sözlük anlamı olarak “usa, mantığa uymayan, abes, boş, anlamsız” anlamlarını ifade eder lakin Camus’nün bu sözcüğü kullanımındaki ifade, sözlük anlamını aşar.
Camus bu sözcüğü insanın ve düşüncenin sıfatı olarak ele alır. Bu bağlamda da “insan açısından evrenin mantığa aykırılığını, tutarsızlığını anlamış, her şeyi olduğu gibi gören, bilinçli insan ya da düşünceyi” ifade eder. İnceleme boyunca kullanacağımız “uyumsuz” sözcüğünü bu perspektifte zihninizde imlemeniz önemli. Nitekim Can Yayınları’nın kullandığı Tahsin Yücel çevirisinde de, çevirmen eserin başlangıcında bu durumu belirtmiştir.
Aynı zamanda, Camus de eserinin başında bir açıklamada bulunmuştur. Bir dürüstlük gereği, uyumsuz duyarlığı ele alırken çağdaş düşüncelerin etkili olduğunu, bu düşünceleri eser boyunca yorumladığını belirtiyor.
Bununla beraber, uyumsuzun o zamana kadar bir sonuç olarak ele alındığını lakin kendi denemesinde bu kavramın bir çıkış noktası olduğunu ifade ediyor. Bu çıkış noktası ile, insanın ve düşüncenin sıkıntısının doğrudan bir betimlemesini yaptığını söylüyor bizlere. Peki, içinde yaşadığımız bu evrenin mantığa aykırılığı ve tutarsızlığı nedir? Gelin, bu betimleme içerisinde düşünelim bunu.
İntihar
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Sartre ile Camus’yü karıştırmamak gerekir. İkisi de varoluşçu felsefe altında ele alınır lakin Camus, daha ziyade absürd felsefe başlığında ele alınmalıdır. Zira Sartre’da birey, kendi varoluş anlamını kendisi üretirken ve hayatını bir metafor olarak cennet yapma iradesine sahipken, Camus’de ise yaşamın kendisinin insan ve düşüncesi ile uyumsuzluğu, tabir caizse dekor ile oyuncunun kopuşu betimlenir.
Sartre’da bir inşa mevcutken, Camus’de ise kendinin ve yaşamın bilincinde olan trajik kahramanın uyumsuzluğu ön plandadır. Nitekim Camus, Başkaldıran İnsan’ı kaleme aldığında Sartre dahil birtakım isimler tarafından hoş karşılanmamış ve yolları da ayrılmıştır bir nevi.
Sartre ile Camus arasındaki ayrımı netleştirdikten sonra, Camus’nün felsefesine daha belirgin bir şekilde yaklaşabiliriz. Kendisinin absürd felsefesi, ilk defa ortaya koyulan bir yaklaşım değildir lakin bu perspektifin önde gelen ismidir de denilebilir.
Bu perspektif temelde, ne tam bir açıklık ne de anlam sunan dünyada, bunların peşinde koşmanın sonucu oluşan saçmalığı ele alır. Bu bağlamda önemli motiflerden birisi çelişkidir. Öncelikle, temel bir çelişkiyle karşı karşıyayızdır: bir yanda edimlerimiz ve eylemlerimiz ile hayatlarımıza değer yüklemekte, bir yandan da yok olacağımız gerçeğini bilmekteyiz. Peki, bu noktada hayatımızın anlamsız ve boş olduğu bilincine varırsak, intihar mı etmeliyiz?
‘‘Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.’’
Albert Camus, Sisifos Söyleni, Can Yayınları, İstanbul, 2022, s. 21.
Bu bağlamda Camus, intiharın bir çözüm olup olmadığını tartışır. Yaşamın bir anlamının olduğunu yadsımanın, yaşamanın kendisini yadsımaya götürmeyeceğini belirtir. Peki o halde, ölüme kadar hayatı sürdürecek bir mantığımız olabilir mi?
Camus’nün buna cevabı evet. Nitekim Sisifos Söyleni denemesinde de bize bu mantığı açıklıyor diyebiliriz: uyumsuz aykırılığını. Aslında uyumsuz aykırılık, aynı zamanda insana ve düşünceye de yol gösterir. Zira uyumsuzluk, varılan bir sonuç değil, bir çıkış noktasıdır.
Yabancı
Camus, insanın yaşamına dair bakışında benmerkezciliğin hakim olduğunu ve bu durumun aslında insanı hayata yabancılaştıran bir devinime neden olduğunu belirtir. İnsanın, algılayabildiğinden ibaret olan gerçekliğinin ötesinde, adeta bir sıçrama yaparak kendisini ve hayatı adeta kurmaca bir şekilde tanımlamaya ve sarmaya çalışmasının absürd oluşuna değinir.
Varoluşa dair algı alanı dışında kalan kesinliklerin oluşturulmasını ve bu sayede “ben”e güven verme çabasını eleştirerek, bu durumun bir uçurum gibi insanın kendisiyle arasını açacağını, yani kendisine yabancılaşacağını belirtir. Her şeyi açıklayan savların, evrensel geçerliliklerin, uygulamacı ve ahlaksal aklın neden olduğu çelişkilerden ve trajikomiklikten bahseder.
Trajikomiktir zira insan, her zaman kendi gerçeklerinin pençesindedir. Bu noktada belirtmek gerekir ki, uyumsuz insan, hangi gerçekliklerin pençesi olduğunu gören ve bunlara karşı uyumsuz olandır, lakin bu gerçeklikleri küçümsemez.
Nitekim Camus, Sisifos Söyleni denemesinin tamamında, bu durumları küçümsemekten ziyade, onların farkında olmayı betimler ve sıçrama olgusundan söz eder. Sıçrama, kavrayış gücünden el çekilmesidir. Dünyanın usdışılığı ile başkaldırmış uyumsuz özlemi arasında denge kuramamaktır ve uyumsuzun dinamik başkaldırısından kaçma çabasıdır.
Bu durumu Camus, felsefesel intihar olarak nitelendirir. Tabir caizse, düşünsel bir konformizm adına düşünce iğdiş edilir ve sıçrama yaşanır. Usdışından kaçmak istenirken metafizik usdışına yönelme de bu durumda meydana gelir. Camus bu bağlamda Kierkegaard’ı örnek gösterir. Halbuki uslama, insanı uyanık tutan bir açıklık, yani uyumsuzluk olmalıdır.
Olanaklar Alanı
Camus bize, kendi koşullarımız dışında olan bir anlamın, bizim için anlamının ne olduğunu sorar. Önemli olan bildiğiyle yaşamak ve bildiğiyle yetinmek; araya kesin olmayan hiçbir şey sokmamaktır. Nitekim kesin olmayan şeyleri reddedişi yaşamın tamamına yayarak yaşamak başkaldırının kendisidir ve yaşama değerini bu durum verir.
Metafizik olana karşı ayaklanma, bilinci yaşatan unsurdur. Uyumsuz için de bilinç, yeter değil, gerek koşuldur. Camus bu durumu “uyumsuz özgürlük” olarak nitelendirir. Ölümsüz özgürlük olanağı sıfıra iner lakin eylem özgürlüğü pekişir, etkinliği artar. Bu metafizik gelecek yoksunluğu mutlak umutsuzluk değildir, umut etmemektir. Nitekim yadsımak vazgeçiş, bilinçli yetinmezlik de bir gençlik kaygısı değildir. Uyumsuz özgürlük yalnızca uyumsuz özgürlüktür. Bilince dönüştür, günlük uykunun dışına kaçıştır.
‘‘Yaşamın bir amacı olduğunu düşlediği ölçüde, erişilecek bir amacın gereklerine uyuyor, özgürlüğünün tutsağı oluyordu.’’
Albert Camus, Sisifos Söyleni, Can Yayınları, İstanbul, 2022, s. 71.
Bu bağlamda Camus, uyumsuza inanmanın, deneyimlerin niteliğinin yerini niceliğe vermek olduğunu belirtir. Yani önemli olan, en iyi yaşamak değil, en fazla yaşamaktır. Nitekim insanın deneyimlerinin niceliği ve çeşitliliğidir ona yaşamı taşımasını sağlayan. Bu nicelik, bu fazla yaşama, insana yaşamını, başkaldırısını ve özgürlüğünü duyumsatır. Hatta bazen niteliği de nicelik oluşturur. Belki bazenden de fazla.
Uyumsuz İnsan
Camus, Sisifos Söyleni içerisinde bize yaşamdaki absürdlüğü ve bu durumdaki uyumsuz insanı betimledikten sonra uyumsuz insanı detaylıca ve örneklerle de ele alır. Nitelikten ziyade niceliği öncüllemesi bağlamında Don Juan’ı örnek verir mesela.
Tanımak olgusunun nicel çağrışımını vurgular. İncil’de aşk ediminin tanımak olarak ele alınmasının anlamlı olduğunu belirtir. Bu bağlamda iki de tipleme yapar: Birisi oyun/oyuncu, diğeri ise fetih/fatihtir. Bütün yaşam boyunca serüveni sürdürmektir önemli olan. Deneyimleri oynamak, ya da deneyimleri fethetmektir uyumsuz davranış; bilinçli bir şekilde.
Burada ayrıca belirtmek gerekir ki, Dostoyevski’ye ve Kafka’ya da çokça değinir. Uyumsuz karakterler ve kurgusal durumlar barındırmaları sebebiyle onları uyumsuz yaratımın önemli örnekleri olarak ele alır. Bu noktada değinmek istediğim bir pekişme mevcut.
Freud, 1925 yılında Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler isimli eserine yazdığı “Dostoyevski ve Baba Katilliği” başlıklı önsözde yazarı “Dostoyevski yaratıcı bir sanatçı, nevrozlu bir hasta, bir ahlakçı ve günahkâr bir kimsedir.” şeklinde tanımlamıştır.
Camus ise Dostoyevski’yi, uyumsuz düşünceyi barındıran ama son kertede sıçrama yaparak iman eden bir kimse olarak tanımlar. Bu durum bana, farklı felsefi ve bilimsel perspektiflerden de olsa Dostoyevski özelinde bir çelişkiyi çağrıştırıyor ki, çelişkinin uyumsuzun yaşamında ne denli önemli bir olgu olduğuna değinmiştik. Ve Camus, uyumsuz için yaratımın, sanatsal dışavurumun önemine ziyadesiyle değinir. Zira uyumsuzluk cesaretini göstermekle mevzubahis çelişki barındırılır ve bu çelişki de yaratımın müthiş bir devindiricisidir.
‘‘Uyumsuz insan nedir gerçekten? Sonrasızlığı yadsımamakla birlikte, onun için hiçbir şey yapmayan. Böyle bir özlem duymadığı için değil, cesaretini ve usunu buna yeğ tuttuğu için.’’
Albert Camus, Sisifos Söyleni, Can Yayınları, İstanbul, 2022, s. 81.
Uyumsuz ve Ahlak
Uyumsuzu örnekleri ile ele alırken, ahlak olgusuna da değinir Camus. Uyumsuz insanın kabul edebileceği tek ahlakın Tanrı’dan ayrılmayan ahlak olduğunu belirtir. Ahlaka aykırılık da dahil diğer bütün ahlaklarda ise uyumsuz yalnızca doğrulamalar görür lakin onun doğrulanacak bir şeyi yoktur. Kabul edebileceği tek ahlak olan Tanrı’dan ayrılmayan ahlak ise uyumsuz için mutlak butlandır zira uyumsuz Tanrı’nın dışında yaşar.
Bu bağlamda Karamazov Kardeşler romanındaki İvan Karamazov’un “Her şeye izin vardır.” haykırışını ele alır. Bu haykırış, bir kurtuluş ve sevinç haykırışı değildir, bilakis acı bir kavrayış ünlemesidir. Zira yaşama anlamını verecek bir Tanrı inancı, ceza görmeden kötülük etme gücünden çok daha çekicidir.
Usdışı dünya yaşamından bir ahlak çıkarılamayacağını belirtir Camus. Burada suça salık vermez. Nitekim bu durum uyumsuz için çocukça bir şey olur. Nietzsche’nin İyinin ve Kötünün Ötesinde isimli eserinde belirttiği savı gibi, ahlaksal olay olmadığını, olayların ahlaksal yorumu olabileceğini belirtir diyebiliriz. Suçlu yoktur. Pişmanlık yararsızdır.
‘‘Öyleyse uyumsuz insanın uslamlama sonunda anlayabileceği şeyler ahlak kuralları değil, örneklemelerdir, insan yaşamlarının soluğudur.’’
Albert Camus, Sisifos Söyleni, Can Yayınları, İstanbul, 2022, s. 83.
Uyumsuz Yaratım
Bu başlık bağlamında Camus’nün ilk ele aldığı nokta, felsefe ve roman ilişkisidir. Sanat yapıtının kendisi, yazan kişi ile beraber yazan kişinin düşüncelerini, bilincini ve hatta bilinçaltını yansıtır. Bu durum, yazanın yazmak istediğinden daha da fazlasını yansıttığı estetik bir simgeselliği ortaya koyar ki, bu da sanat yapıtını değerli kılan durumdur.
Nitekim uyumsuz için yapıt, bir sevinçtir. Zira gerçeğin pençesinden kurtarır uyumsuzu. Romandaki duyumsama ve betimleme durumu, açıklamanın ve çözmenin ötesinde olan, açık görüşlü bir ilgisizliğe sahip uyumsuz için bilinci ayakta tutan unsurdur.
Didaktik değildir sanat yapıtı, somut üzerinde uslamlamaya girişmek ise hiç değildir. Uyumsuz tutkunun elle tutulur varlığıdır adeta. Zaten uyumsuz sanatçı için de mesele yapabilmek değil, yaşayabilmektir. Bu sebeple onun yaratımı onun yaşayışıdır. Nitekim sanatçı, uyumsuz düşüncenin bir insan yaşamındaki yansımalarını yansıtması sebebiyle sanatçıdır. Çözüm ya da yanıt barındırmaz, sadece yansıtır.
İnsanın en temel isteminin amaçlarından birisinin bilincini sürdürmek olduğu düşünüldüğünde, ki Camus tek bunun tek amaç olduğunu belirtir, sanat yapıtının önemi daha iyi anlaşılır zira bu yaratıcı dışavurum, bilinci sürdürmenin en etkili yoludur.
Bu bağlamda Camus, Dostoyevski’yi ele aldığı gibi Kafka’yı da, hatta spesifik olarak Dava kitabını da ele alır. Ahlaka karşı gerçeğin ön plana çıkışını irdeler. Ölçüsüz bir umuttan ziyade gerçeğin ele alınmasıdır yapıtı değerli kılan. Elbette bu ele alış, didaktik bir şekilde değil, simgesel bir şekildedir. Nitekim değeri de buradan gelir.
‘‘Simgesel bir yapıtı anlamak kadar güç bir şey yoktur. Bir simge kendisini kullananı her zaman aşar, belirttiğini sandığından daha fazlasını söylettirir ona.’’
Albert Camus, Sisifos Söyleni, Can Yayınları, İstanbul, 2022, s. 147.
Sisifos Söyleni
Prometheus’u çağdaş fatihlerin ilki olarak addeder Camus. Lakin söylenin ismi Prometheus Söyleni değildir, Sisifos Söyleni şeklindedir. Bunun önemli bir sebebi var. Prometheus her ne kadar Tanrılara karşı çıkmakla başlı başına bir uyumsuzluk sergilemiş olsa da, cezasını pasif bir edimle çeker.
Halbuki Sisifos öyle değildir. Bilinçli bir şekilde cezasını, aktif bir edimle yerine getirir. Taşı mütemadiyen tepeye taşır. Bilinçlilik onun trajedisi, aktif edimi ise başkaldırısıdır. Tıpkı uyumsuz insanın yaşamdaki hali gibidir. Bu durum bir mutsuzluk değildir, bilakis Sisifos mutludur. Ama amaç mutlu olmak değildir, zira amaç bu olursa bu sefer uyumsuzu bulamaz, uyumsuz olamaz.
‘‘Sisifos’un tüm sessiz sevinci buradadır: yazgısı kendisinindir. Kayası kendi nesnesidir. Aynı biçimde, uyumsuz insan da sıkıntısı üzerinde gözleme başladığı zaman, tüm putları susturur.’’
Albert Camus, Sisifos Söyleni, Can Yayınları, İstanbul, 2022, s. 140.
KAYNAKÇA
- Albert Camus, Sisifos Söyleni, Can Yayınları, İstanbul, 2022
- Psikanaliz Açısından Edebiyat, Freud-Jung-Adler, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 1981