Sanat

Sokak Sanatı: Ruhsatsız Güç

Sokak Sanatı hakkındaki yazımız sizlerle. Bu yazımızda sokak sanatının gelişim sürecinden ve yerel yönetimlerin sokağa ne kadar değer verdiğinden bahsedeceğiz.

Görsel sanatların belki de en provokatif, anarşist ve duruşu olan üretim alanlarından biri sokak sanatıdır. Yürüdüğünüz yolların anlamını değiştirmekle kalmayıp, mimari zevkten yoksun binalara da yeni bir görünüm kazandırırlar. Herhangi bir kaldırımda, duvarda veya çöp kutusunda direniş gösteren eserlerle karşılaşma ihtimaliniz özellikle genç nüfusun yüksek olduğu bölgelerde daha yüksek. Mekânlardan taşan sokak sanatında direniş kadar sanatçı da önemsenmeli.

Mekânsızlığı teşvik eden yapısıyla birçok sergileme mekânını kışkırtmayı başaran sokak sanatı, piyasanın korkulu rüyalarından biri. Sadece müzeler ve sanat galerileri için değil çoğu zaman tüm yöneticiler (belediyeden cumhurbaşkanlığı seviyesine, oradan da apartman yöneticilerine kadar) için de tehdit oluşturuyor.

Özene bezene inşa edilen eşsiz apartmanlarda (!) karşılaştığımız “sanat eserleri”, mekânlarla kısıtlanan sergiler için inanılmaz bir alerji sebebi. Evlere, galerilere hatta hastane koridorlarına hapsedilen sanatın, sokağa taşması çoğu kişinin hala kabullenemediği bir konu. Bu yüzden de sokak sanatçıları, ressamları ve müzisyenleri sürekli kısıtlamalar ile karşılaşmaya devam ediyorlar.

Korku kültürünü yaratan erkek – beyaz – orta yaş hegemonya, ertesi gün güçlerini kullanamayacakları için korkuyorlar. Bildiğim kadarıyla sokak müzisyenlerinin enstrümanları, ressamların fırçaları ve aktivistlerin spreyleri için bulundurma ruhsatına müracaat gerekmiyor? 6136 ve 2521 sayılı kanunlarda şu ana kadar enstrümanlarla ilgili bir bilgiye denk gelen var mı? Sanmam.

Bir şeyden bu kadar korkmanın onu engelleme ve baskılama isteği yaratmasını az çok anlıyoruz artık. Ama hala anlamadığımız ya da anlamlandıramadığımız konular var. Mesela, resimlerin ve müziğin nasıl bir tehdit oluşturduğu, kimi öldürdüğü, kimi umutsuz bıraktığı… Onların takım elbiselerinin, imza kalemlerinin, özel arabalarının, yüksek katlardaki evlerinin verdiği zararı düşünüyorum. Bütün bu nesnelerin, enstrümanlardan daha çok can yaktığı bir dönemdeyken, sanatın nasıl zarar verebileceğini anlamlandıramıyorum.

Sokak Festivalleri ile Yıkılan Duvarlar

Sokak festivallerinin yarattığı etki kuru gürültü değil. Çoğu zaman yerel yönetimlerin izni alındıktan sonra gerçekleştirilen bu festivaller, duvarları yıkmak için önemli araçlar. Festivallere dünya çapında baktığımızda iyileştirilmiş ve aslında ideal olan birçok örnek ile karşılaşmaktayız. Bu örneklerin bir gün burada da gerçekleşmesi mümkün mü diye soracak olursanız… Az kaldı sabredin derim.

Normal bir zamanda gerçekleştirildiğinde sonu gözaltı olacak etkinlikler, festival olarak yapıldığında araya kaynayabiliyor. Bir sanatçı tek başına alelade bir apartman duvarına resim yapsa -hayatının en iyi yapıtı olsa bile- yüksek ihtimalle para cezasıyla karşılaşacak. Para cezası en iyi ihtimal bu arada.

“Devletin egemenlik alametlerini alenen aşağılamak” gibi gerekçeler ile hapis cezası bile alınabilmekte. Bir yandan da unutmamak gerek; her şey her an “cumhurbaşkanına hakaret” olarak nitelendirilebilir. Kendinizi bir mahkeme salonunda -aklınızda bunun ne kadar saçma olduğunu düşünerek- yargılanırken bulabilirsiniz. Aman diyeyim, bireysel hareket etmeyin de örgütlenip sokak festivali yapın.

Yerel Yönetimlerden Sokak Sanatına Destek

Hazır sokak festivallerine değinmişken belediyelerin sokak sanatına nasıl destek olduklarına da parantez açalım biraz. Öncelikle belediye demişken tüm belediyelerin bu kapsama girmediğini hatırlatmak isterim. Bu konu için niş örnekleri araştırdım ve Türkiye’de hala bir şeyler yapmaya çalışanları topladım.

Sokak sanatı konusunda Kadıköy Belediyesi örneklerin başında yer alıyor. Sanatçılar ve sanat platformlarıyla iş birliği yaparak Kadıköy sokaklarının daha renkli görünmesi için çalışıyor. Türkiye’de yaşayan sanatçılar kadar yurt dışındaki sokak sanatçılarına da yer veren programlarında şu ana kadar 16 duvarın boyandığı bilinmekte.

Farklı projelerle sanatçıları desteklemeye devam eden Kadıköy, birçok belediye için de iyi örnek oluşturuyor. Tabii burada küçük bir es verip sürecin her zaman ideal olmadığını söylemek lazım. Bazen yurt dışındaki sanatçılara -popülarite sebebiyle- daha çok önem verilebiliyor. Bu durumsa yine yerelde üreten sanatçıların sorunlarının ve ihtiyaçlarının göz ardı edilmesiyle sonuçlanmakta. Alan yaratmanın değerinden çok gösterişine odaklanan örneklerle karşılaşmamız da ne yazık ki gün geçtikçe normalleşiyor.

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi de iyi örneklerden biri. Pandeminin etkilerini kırmak için Ankara, İstanbul ve İzmir Büyükşehir Belediyeleri sokak müzisyenleri için iyileştirici çalışmalar yaptı. Fakat bu etkinin ne kadar verimli olduğu ise hala bir soru işareti. Ancak sanatçıların bir şekilde korunmaya devam etmesi iyi bir haber.

EBB tarafından yapılan ve sanatı sokağa taşırdığı söylenen projelerden biri de istinat duvarı. İstinat duvarına asılan 30 farklı tablo ile alan, koca bir müzeye dönüştü. Bu çalışmanın devam edip etmediğiyle ilgili açıkçası bilgim yok. Konuyla ilgili araştırmalarım da sonuçsuz kaldı. Her ne olursa olsun bu durum mekânsızlığın bir mekâna dönüşebileceğini gösterdiği için hala önem taşıyor.

Bu örneklerin Ankara, İzmir, İstanbul İl Belediyeleri; Tepebaşı, Çankaya, Beşiktaş gibi İlçe Belediyeleriyle de genişletilmesi mümkün. Örneklerin arttırılması olumlu bir durum olsa da niteliğe ve sürdürülebilirliğe odaklanmaktan da vazgeçilmemesi gerekiyor.

Onaranlar Kulübü: Sanatın Tasarım Gücü

Onaranlar Kulübü

Onaranlar Kulübü, sokak sanatı için yeni bir şeyler yapılabileceğini gösteren ve beni heyecanlandıran platformlardan biri. Herkesin gülümseyerek yaklaştığı ve temelinde örgütlenme olan Onaranlar Kulübü, son zamanların dikkat çeken isimlerinden. Sokağa yeni bir bakış getirmekle kalmayıp işlerinin insanlar tarafından benimsenmesi onlara olan ihtiyacı gösteriyor. Birçok kişi sokaklardaki işlerine “lütfen bu da çalınmasın!” diye buruk bir aidiyetle yaklaşıyor.

“Sokakların yeni kahramanları” gibi başlıklarla anlatılan Onaranlar Kulübü’nün etkisi umarım yakın zamanda da devam eder. İstanbul’un birçok sokağında her an karşınıza çıkabilecek estetik çalışmalar, birçok yönden diğer sanatçıları da teşvik ediyor.

Onaranlar Kulübü’nün 2015 yılından beri yapmaya çalıştığı değişim, farklı iş birlikleri ile varlığını korumaya devam ediyor. Onaranlar Kulübü’nün önemi sadece sokağa estetik dokunuş yapmak olarak sınırlandırılmamalı. Bu noktada, sanatı sokağa taşırmak için aldığı desteklere ve iş birliklerine de odaklanmak gerekiyor. Sabancı Vakfının Fark Yaratanlar Programı, Hope Alkazar ve belediyelerle düzenledikleri çalışmaların hepsi farklı perspektifler doğuruyor.

Kamu, sivil toplum ve özel sektör olarak ayrım yaptığımızda her birinin de sokağı desteklediği çalışmalardan biri olarak karşımıza Onaranlar Kulübü çıkıyor. Bu yüzden burada üreten, üretmek isteyen, uzaktan destekleyen herkes en az kurucular kadar önem taşıyor. Sokağın desteklenmesi, sokağın iyileştirilmesi ve en sade anlatım ile güzelleştirilmesiyle başlar. Bir sokağı iyileştirmek ise sadece çöpleri toplamaktan ibaret değildir. Sokağı müziğiyle, resmiyle, grafitisiyle bütün olarak ele almak ve estetik üretime devam etmek sokağı iyileştirmektir.

Bu sebeple Onaranlar Kulübü gibi platformlar ve bu platformlara sağlanan destekler şu an çok önemli. Sürdürülebilirlik odağında, geri ve ileri dönüşümle, sanattan ve estetikten vazgeçmeden üretim yapan herkesin desteklenmesi gerekiyor. Bu desteklerin ve üretimlerin bireysel ya da ortaklaşa olması fark etmeksizin desteklenmesi, geleceğimizi de etkileyecek.

Sınırların her gün daha kalın çizgilerle büyümesine karşı geliştirilen sanat hareketleri, mekânların da anlamını değiştiriyor. Mekânsız sanat üretiminin/sergilemesinin mümkün olması, “profesyonel sanat merkezlerinin” kurduğu hiyerarşiyi, ayrımcılığı ve benmerkezciliği yıkacak.

Bir Hentbol Sahasından Geliyor: “Crack is Wack”

Crack is Wack

Yerel üretim ve desteklerden biraz uzaklaşmak adına sokak sanatında önemli çalışmaları olan bir isimden bahsedeceğim. Bu isim ne yazık ki Banksy olmayacak. Keith Haring, New York’ta sokak sanatını farklı bir seviyeye taşımasıyla bilinen bir sanatçı. New York metrosuna yaptığı çalışmalarıyla kendinden söz ettirse de asıl Crack is Wack (1986) dikkatimi çekiyor.

Bir hentbol sahasına yaptığı çalışma, üretiminin hemen ardından Türkiye’den de tanık olduğumuz bir sansürle karşılaştı. Yerel yönetimler tarafından sansürlenen bu eserin “niyeti” anlaşılınca, Haring’den çalışmayı yeniden yapması istediler. Hükümet karşıtı olarak algılanan çalışmasında, “hükümetin çıkarlarına zarar vermeyeceği” anlaşılınca çalışma popüler bir hale geldi. Çalışmanın bir benzeri New York Modern Sanat Müzesi (MoMa) kataloğuna dahi kabul edildi.

Sokaktan başlayıp müzeye girmek -bu müzenin öncü markalardan birine dönüşen MoMa oluşu-unicorn görmek gibi. Mekânlardan sokağa taşmanın tam tersi bir patikayla karşılaştığımız örnekte, taşmanın da sınırları olabileceği gösteriliyor. Hala New York’un imzalarından biri olan Crack is Wack, şehrin farklı yerlerinde röprodüksiyonlarıyla yer alıyor.

Müzelerde sokağın mekâna sığdırılmaya çalışıldığı eserlerle çoğu zaman sınırlar korunmak isteniyor. Bazen de Jannis Kounellis gibi sanatçılar kapalı mekânda sokağı canlı canlı göstererek ironi yaratıyor. Sanatçının, kataloğa girse dahi satışı yapılamayacak İsimsiz (12 At) çalışması sınırları kimin belirlediğini sorgulatıyor.

Jannis Kounellis’in bu sergisinde mekânın, sanat merkezlerinin ve yaratılan sansürlerin ne anlama geldiğini bilmek önem taşımakta. Satılamayan yani mekânın banka hesabına herhangi bir para girişinin olmadığı işlerin desteklenmesi ne anlama gelir? Yönetimde kriz yaşandığını tahmin edebilsem de bu durumun yine onların cebi için nakde dönüştüğüne eminim.

Sokak sanatı da bu sergiyle benzer özellikler taşıyor. Satılamıyor ve bir anlamı oluyor. Yönetimler çoğu zaman eseri bulup sansürleyene ya da müziği kesene kadar istenenler çoktan söylenmiş oluyor. Sokak sanatını çoğu zaman köstebek oyununa benzetiyorum.

Köstebeğin kafasına vurulmadan o çoktan kendisine yeni bir yer bulmakta. Böylelikle de ortaya çıkmış oluyor. Üzerine ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın köstebek her seferinde çıkmak için kendisine yeni bir yer buluyor.

Nurşen Uyar

Merhaba! Ben Nurşen. Anadolu Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünden mezun oldum. 2017 yılında Eskişehir’de kurucu üyesi olduğum Toy Gençlik Derneğinde genç ve doğa odaklı çalışmalarda yer aldım. Şimdiyse KızBaşına Sanat Galerisi ile sanatçı kadınları desteklemek ve görünür kılmak için alan açmaya ve hikayelerine ortak olmaya çalışıyoruz. Bunun yanı sıra sanatın farklı başlıklarında eğitimler veriyor ve 5 yıldır içerik yazarlığı yapıyorum. Kurcalamayı en sevdiğim konuysa sanat üretim mekanlarının dijitalleşme çalışmaları ve tabii ki genç sanatçıların görünürlüğü.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir