The Last of Us Sezon İncelemesi (Part 1)
The Last of Us sezon finaline yaklaşmışken, ilk beş bölümle alakalı detaylı bir inceleme hazırlayayım dedim. The Last of Us evrenine pek hakim olmayanlar ve diziyi merak edip spoiler yemek istemeyenler için daha önce yazdığım şu içeriğe bir göz atabilirsiniz.
Nitekim, bu inceleme spoiler ile dolu olduğunu söyleyeyim. Last of Us‘ın ilk oyununu PS4’de oynamış ikinci oyununu ise pek çok oyun yayıncısından izlemiş biri olarak çok fazla detay yakaladım sezon içerisinde. Konu başlıklarının altında bölümleri teker teker inceleyeceğim.
Fakat ilk bölümle alakalı bir inceleme yazdığım için ikinci bölümden başlıyor olacağım. Kısaca ilk bölümün evrene yakışan ve genellikle bir oyunu diziye veya filme kısaca ekrana taşınmayı çok iyi becermiş bir başlangıç olduğunu söyleyebilirim. İlk beş bölümü değerlendirdiğim bu incelemenin part 2’si de olacağını bilmenizi isterim.
Gelin, bu beş bölümün detaylarına inelim ve ilk bölümden son bölüme kadar bu başarıyı sürdürebilmiş birlikte inceleyelim.
Oyundan Kalan Soru İşaretleri
İkinci bölümle birlikte Tess karakterini daha net gözlemleme şansı buluyoruz Joel ve Ellie’yle birlikte. Fringe dizisinden Olivia Dunham rolünde tanıdığımız Anna Torv’un yine aynı sertlikte bir rolde izlemek keyif vericiydi.
Tess karakteriyse oyunda çok fazla anlam yüklemediğim ve kişiliği havada kalmış biriyken; dizide karakter gelişimini ve ölümünü daha iyi bir noktaya oturtmuşlar. Fakat Tess karakterinden bahsetmişken oyununda bu karakteri canlandıran ve yakın zamanda kanserden vefat eden Annie Wersching‘e değinmeden geçemeyeceğim. O da muazzam iş çıkarmıştı.
Ayrıca dizi hastalık yayan mantarın nasıl ortaya çıktığını anlamamıza yardımcı oluyor. Bu mantarın bir insan beynine nasıl entegre olduğunu da iyi yansıtmışlar. Bu durum “zombi işleri” arkasında çok sık gördüğümüz bir şey değil. Genelde bir virüs var deyip geçerler, biz de “peki” deyip bir anda karakterlerin üstüne atlayan zombilerin akışına kendimizi bırakırız.
The Last of Us ise oyunun da bile doğru düzgün açıklamayı tercih etmediği bu ayrıntıya dizisinde daha detaylı yer vermiş. Genelde hava yoluyla ve virüsler aracılığıyla hasta olan insanları kullanmayı tercih etmemişler.
Bir virüs yerine “mantarı” en iyi mutasyona uğrayacağı yer olan un, şeker gibi yani insanın sürekli tükettiği bir boyuta çekerek “zombi” kavramına farklı bir vizyon getirmişler. Bu durumu önlemek ise imkansız olduğunu dünyaya yayılma aşamasında daha net göstermişler.
Dizinin oyundan kalıp kapattığı büyük bir soru işareti bu. Sonuçta un ve şekerin olduğu her türlü hazır gıdayı tüketmek demek enfekte olmak demek. Takacağın bir maskeyle hastalanmayı engellemek imkansız.
Bill ve Frank
Üçüncü bölümle birlikte Joel ve Ellie’nin hikâyesine kısa bir ara verip oyunda da yer alan ilginç karakterlere yöneliyoruz. Oyundaki aksiyona yedirilen hikâyelerin ana çıkış noktalarını bölümlere yayarak oyunda bıraktıkları soru işaretlerine ufak ufak burada da yama yapmışlar.
Karakter gelişimleri Tess’in dışında üçüncü bölümde karşımıza çıkan Bill ve Frank karakterlerinde de daha bir dengeye oturmuş diyebilirim. Onların ne gibi zorluklar çektiklerini ve Bill’in özellikle böyle bir dünyada nasıl hayatta kaldığına tanıklık ediyoruz.
Bu yeni dünya düzenine hazırlıklı olan ve normalde çok uç köşelerde yaşayıp komple teorilerine inanan, paranoyak (onun deyimiyle hayatta kalma uzmanını) Bill’in tek başına ayakta duruşu ilham verici.
Oyunu oynayanlar bilir, bu karakter pek hatırlanası ve sevilesi özelliklere sahip değildi. Dizide ise çok daha sevimli gösterilmiş diyebilirim. Ayrıca yine bir detay olarak Frank ile olan tanışmasına da tanıklık ediyoruz. Bu oldukça zıt karaktere sahip çifti daha yakından tanıyoruz.
Zorluklar yaşasalar da ne kadar romantik ve mutlu bir ilişkileri olduğunu gözlemeyebiliyoruz. Aşkları sayesinde nelere göğüs gerdiklerini izlemek de oldukça ilham vericiydi. Oyundaysa Frank ile araları kötüydü.
Hatta baya birbirlerinden nefret ediyorlardı. Ne ki, oyunda Frank’i hiç görmüyorduk. Belki de bu sahnelerde dizi ve oyunun ilk defa birbirinden bu kadar uzaklaştığını görüyoruz.
Frank ile Bill karakterinin derinliğine inmek bana çok keyfi verdi. Ve bu karakterlerin hayatlarına bu kadar değindiğini görmek oyunda sadece bir mektupla geçiştirilen karakterlerin, kıyıda köşede kalmışların dizide yansıtılacağına dair ilk işareti de vermiş oldu.
Bölümün sonunda Joel’e bıraktıkları mektupla ise anlattıklarıyla Joel’in Ellie’ye bakış açısı daha da farklılaştı. O zaman kadar bir yük ya da ulaştırması gereken bir paket gibi gördüğü kız çocuğuna daha yakın hissetmeye başladı.
Ölüler Hastalıklı Olmaz
Ellie ve Joel’un arasında oyunda olduğu gibi filmde de başta bir gerginlik mevcut. Daha sonrasında sakinliğe çekilmesi de beklenmiyor elbette. Ellie’nin salgından sonra doğmuş biri olarak gerçek dünyada her karşılaştığı şeye tepki vermesi ve yolculuğun akışına bunun yedirilmesi oldukça keyifli.
Bir noktadan bir noktaya gidip oyuncuların değimiyle “lootlamak” yani sağa sola harabelere girip teçhizat ve yiyecek bulup yoluna devam etmek olan kavramı diziye de yansıtmışlar. Hatta daha gerçekçi hale getirip normalde oyun olduğu için onlarca yükle dolaşabileceğin bir dünyadan sıyırıp Joel’in işine yaramayan şeyleri daha sonra kullanmak ve çıkacağı yolculuklarda belki uğrarım diye saklamasını da görüyoruz. Bu da olası böyle bir durumu daha mantıklı kılıyor.
Bu yolculuk esnasında dördüncü bölümle Ellie’nin dünyayı tanımasına daha çok dikkat ettim. Ve tabi ola ki bir böyle durumda işler çığırından çıkınca hükumetlerin nasıl tepki verebileceğine de.
Joel bu bölümde ifade ettiği gibi “Ölüler hastalıklı olmaz” sözüyle aslında henüz hasta olmayan insanların bulunduğu yerlerin bombaladığı veya direkt taşralara gidip öldürüldüğünü görmek de bu apokaliptik dünyayı daha trajik bakmamı sağladı.
Böyle bir yeni dünya düzeninde devletinin izleyebileceği zorba politika içerisinde güven duygusunu halen barındıran bu insanların bir hatasının olmadığını bilmek de can yakıcı.
Özellikle dördüncü bölümle Joel ve Ellie’in daha da yakın bir ilişki kurduklarını görüyoruz. Adeta aralarında bir baba kız ilişkisi temelleniyor. Fakat bu bölüm biraz daha filler yani doldurma bir bölüm olarak başladı. Gel gör ki, git gide heyecan verici bir hal aldı.
Özellikle şehrin içine girdiklerinde yaşanan çatışma oyuna büyük göndermeler taşıyordu ve oyunun mekaniklerini de sahnelemişlerdi. Ellie’nin şehre verdiği tepkiler oldukça ilginç ve komikti.
Bunun yanı sıra Joel’in kardeşi ile olan ilişkisinin ve geçmişinin derinliklere de iniyoruz. Her şeye rağmen bu bölüm ilk üç bölüme nazaran daha sönüktü diyebilirim. Hele ki, amacının ne olduğunu başta anlamadığımız Kansas City’li kötü niyetli, anarşist ablamızın cast seçimini beğenmediğimi söylemem lazım.
Bir Canavara Dönüşürsen İçindeki Hala Sen Olur musun?
The Last of Us beşinci bölümle farklı bir boyut kazanıyor. Kathleen karakterinin bir nevi isyan sahnesiyle başlıyor bölüm. Bölümün oyunu oynayanlar olarak sonunda ağlamak için göz yaşlarımızı dolmaya başlıyor. Bu bölümün en iyi yanıysa Henry ve Sam karakterlerini ilk defa görüyor olmamız.
Ne ki, oyunda en sevdiğim karakterler bunlar. Joel ve Ellie ile tanışmalarına tanıklık ediyoruz. Bu dörtlüyü oyunda da çok iyi işlemişlerdi. Bu durum bölüme de yansımış diyebilirim kısaca. Henry’nin neden Kathleen tarafından arandığını da öğrenmiş oluyoruz tabii.
Her şeye rağmen Sam ve Henry ikilisine oyunda daha çok bağlanmıştım diyebilirim. Beşinci bölümde bazı gariplikler de yok değil var. Mesela şu kötü adam klişesinin burada da olması. Kocasını öldürmüş Henry karakterini büyük bir hırsla aradığını görüyoruz Kathleen’in. Bu ablamız nice zaman sonra aradığını bulduktan sonra onu öldürmek yerine dinlemeye karar veriyor. Ona neler yapacağını anlatması ve dalga geçmesi bölüme yakışmayan bir detaydı.
Bu diyaloglardan sonra ise Left 4 Dead oyunundaki saldırı sahnelerini anımsatan nitelikte bir zombi, last of us evreninde “kraker” olarak adlandırılan bir saldırısı izliyoruz. Burada CGI doyuyoruz tabi. Ayrıca yaşlanmış ve ileriki bölümlerde bundan yakınan Joel’in nişancılık yeteneğine hayran kalmamak da elde değil.
Nitekim bölümü izlerken sonun nasıl olacağını biliyordum. Ve bunu tekrar ekranda gerçek oyuncularla tecrübe etmek cidden çok can acıtıcıydı. Özellikle Ellie ile Sam’in aralarında geçen konuşmalarda Sam’in sorduğu bir soru beni etkiledi.
Bir canavara dönüşürsen içindeki hala sen olur musun?
Bu cümle insanın doğasına daha farklı bakmamı sağladı. Bu açıdan belki de en etkileyici bölümdü kendi adıma beşinci bölüm.
Bende Yarattıkları
Kalan bölümlerden ikinci kısımda bahsediyor olacağım. Fakat şimdiye kadarki bölümlerin genel olarak bende yarattığı duygulardan bahsetmem gerek. Bir oyun delisi olarak, The Last of Us hikâyesi ile bende derin bir yere gömülmüştü.
Ayrıca kafamda bazı soru işaretleri bıraktığını hatırlıyorum ilk oyundan. İkinci oyundaki berbat anlatı ve hikayecilik de üzerine gelince, bu kültür açılmamak üzere rafa kaldırılmıştı. Fakat dizi bu bölümleriyle raftan tozlanmış olan kitabı açtı ve araladı.
Özellikle Tess, Bill ve Frank karakterlerinin bir temele oturtulmalarını izlemek keyifliydi. Evrendeki kafa karışıklıklarını silinmesiyse bu dünyaya dair düşündürücü anlar yarattı bende. Sam ve Henry ise bu hikayeyi neden sevdiğimi tekrar hatırlattı.
Joel ve Ellie ikilisini oyundaki bağlamlarından koparmadan ekrana taşımaları ise takdire şayan. Fakat bu kadar övmeme hatta gelecek bölümlerin bir çoğunu da övecek olmama rağmen oyunla bu kadar uyumlu giden hikâyenin ulaşacağı nokta beni çok korkutuyor.
Fakat bu bölümleri izlemek beni oyuncu kimliğimle gurur duymama ve mutlu olmamı sağladı. Geleceğe yönelik ayrıntılı düşünüp kafamda kötü olacağını düşünüp üzülmektense var olanla mutlu olmayı tercih ediyorum.
“Ayrıca dizi hastalık yayan mantarın nasıl ortaya çıktığını anlamamıza yardımcı oluyor. Bu mantarın bir insan beynine nasıl entegre olduğunu da iyi yansıtmışlar. Bu durum “zombi işleri” arkasında çok sık gördüğümüz bir şey değil. Genelde bir virüs var deyip geçerler, biz de “peki” deyip bir anda karakterlerin üstüne atlayan zombilerin akışına kendimizi bırakırız.” o kadar doğru bir tespit ki. Zombi filmlerinden beni genelde bu eksik nedensellik iter. Demek ayakları yere sağlam basan bir zombi filmi bu.
Evet, insanı düşündüren bir vizyona sahip Last of Us. Genelde zombi işleri fikir açısından aşırı klişe kalabiliyor. Bu dizi, oyununun da etkileriyle ortaya farklı bir bakış açısı koymayı başarmış.
Bu arada Çizmeli Kedi Oscar a aday olmuş ama kazanan Pinokyo olmuş Aday olduğuna göre epey iyi. Hala listemde.