Kadın

Yıldız Kenter: Kadını Anlatan Kadın

Yıldız Kenter, “Ben Anadolu” oyunu ve Kazan Kültür “Kadın” kategorisi üzerinden kadın görünürlüğü ve kadını anlatma ihtiyacına bir bakış….

Merhaba, sevgili okur! Buradayım: Kazanı kaynatan ya da kazanda kaynayan olarak… Her şeyden önce söylemeliyim ki, buralarda yeniyim. Şöyle bir, ortamı gözlemliyorum: Anasayfa, Sinema, Edebiyat, Sanat, Psikoloji, Kadın!

İşte yerimi buldum, hoş buldum! Fakat neden bu sitede “kadın” diye bir kategori var? Ben cevap vereyim: İhtiyaçtan. Kadını görünür kılma, kadını anlatma, “Bakın kadınlar da iyi işler yapıyor!” deme ihtiyacından. Mesela, Kazan Kültür kurucuları bu ihtiyacı “Kadın” kategorisi ile gidermeye çalıştı, Yıldız Kenter on altı kadını canlandırdığı “Ben Anadolu” oyunuyla. Ben mi? Ee, benim de ihtiyaçlarım var elbet, başlayalım!

Anadolu’nun On Altı Kadını: Ben Anadolu

Yıldız Kenter’in kızı Leyla Kenter, Anadolu medeniyetlerine meraklıydı. Bir gün annesine bir fikir verdi: Anadolu’da yaşamış mistik ya da gerçek kadın karakterleri sahneye taşımak.

Bu fikir, Yıldız Kenter’i heyecanlandırmıştı. Çünkü o da kadını görünür kılmak için sadece kadın olmanın hatta “başarı ve ödüllerle dolu” bir kadın olmanın yeterli olmayacağının bilincindeydi. Hemen kızından aldığı bu fikri değerli yazarlarla paylaştı. Oyun, 1984 yılında “Ben Anadolu” ismiyle, Güngör Dilmen‘in kaleminden döküldü.

Anatanrıça Kübele’den Nin Dingir Lamassi’ye

yıldız kenter

Yıldız Kenter’in eşsiz oyunculuğuyla 20. yy’da sesini duyurma imkanı bulan Anadolu’nun Anatanrıçası Kübele, savaşlarla harap olmuş Hitit Devleti’ni dirliğine yeniden kazandırmak için,

Bizde, tanrıça olsun olmasın
bir şeyler yapmak isteyen tutkulu bir kadın
güçlü bir kocaya yamanır toplum içinde…
koşar onu arabasına… (kağnı gıcırtısı)
güder onu hiç sezdirmeden.

diye seslendi. Bu cümlelere maskülist bir okuma yapmaya karar verirsek öfkelenmekte kesinlikle haklı oluruz. Fakat varoluşu erkekten geçen bir kadının trajedisidir bu cümleler. O yüzden, gelin biz bu cümlelere de feminist bir okuma yapalım ve diyelim ki, Feminizm erkekleri de kurtaracak!

Oyunumuzun ikinci kadını 2. Ramses’le zorla evlendirilen Hitit kraliçesi Puduhepa. Cümleme, “Kraliçe de olsan…” gibi sınıfçı bir yaklaşımla başlamayacağım. Çorum’da, İzmir’de, Diyarbakır’da…

Bugün, bu yüzyılda hala toprak bölünmesin, “yabancıya gitmesin”, varlıklı biriyle evlensin, siyasi kimliğimize zeval gelmesin diye fikri sorulmaksızın evlendirilen tüm kadınların trajedisini yükleyeceğim Puduhepa’ya.

Dram değil trajedidir kadının yaşadığı bu topraklarda. Günlük dilde dram, acıklı olaya işaret eder çünkü, trajedi ise kişinin karşı gelemeyeceği, kendinden üstün güçlerle savaşımına.

Savaşır trajik kahraman, sonunda yenilir ama yine de savaşır. Tragedyanın doğası gereğidir bu. Marifet, Anadolu’nun trajik kahramanı kadının, kazanmasını sağlamak olamaz bu yüzden. Savaşımız, kadını trajik kahraman olmaktan çıkarmak olmalıdır.

Ben çırpınıyorum:

-Rahip efendi, o daha bir Şuppişara. Yani saf bir genç kız!

Rahip öpüyor kızı:

-Şuppişara!

Kız diyor:

Aha, haaaa!

Rahip diyor:

A, ha, haaa!

Ondan sonra, “Şuppişara, şaraşuppi, şappara, şuppuru, şup-

puru, şappara

Rahipler hep tanrı adına mı şaaparlar kutsal tapınakta?

Üçüncü kadınımız Hint tüccarının eşi Lamassi, kocasının işi dolayısıyla kızıyla yalnız yaşayan bir kadın. O bir, Nin Dingir, yani Tanrı’nın Hanımı. Sözün kısası, rahibin gönül eğlencesi… Kendinden geçmiş Lamassi, feryadı küçük yaştaki kızının başına gelenlere.

İçeriği hazırlarken zaman mefhumumu kaybediyorum. Binlerce yıl önce ya da bu sabah haberlerinde… Nerede tanıştım Lamassi ile?

Ölü çocuklarının yasını tutarken taş olmayı dileyen ve olan dördüncü kadınımız Niobe‘yi hatırlıyor, korkuyorum. Yas tutmadan, taş olmadan devam etmeliyim yazıma. Meğer kadın olmak kadar zormuş kadını anlatmak. Yıldız Kenter’in sancısına ortak oluyorum şimdi.

Değişmeden Dönüş-türül-en Kadınlar…

Oyunun devamında Kübele, Efesli Artemis’e, Efesli Artemis, Meryem Ana’ya dönüşüyor. Gücü elinde tutmak zorunda olan kadının “piyasanın nabzını tutuşunu”, trajik kahraman olmayı reddetme yolundaki adımlarını gözler önüne seriyor Yıldız Kenter.

Kadın, bir ayı oynatıcısının kızı olmaktan çıkıp Bizans imparatoriçesi olan Theodora’ya dönüşüyor kimi zaman. Kimi zamansa Bizanslı bir kızken, Osmanlıların kurucusu Osman Bey’in gelini olan Nilüfer Hatun’a, Ayşe Sultana. Nasreddin Hoca’nın karısı olup,

“Nasrettin Hoca’nın karısıyım dedim ya, adımı merak bile etmezsiniz artık.”

diye haykırıyor sahnede ve sonunda başarıyor kadın, başarıyor Kenter. Sıfatı erkek olmadan var olmak, kendi ismiyle anılmak hakları bizimdir şimdi!

Direksiyonda Kadın: Kağnısız

Anna Komnena adını ne babası I. Aleksios ile anıyoruz şimdi ne de kocası Nikiforos Bryennios ile. Onu dünyanın ilk kadın tarihçisi diye biliyoruz. İmparatorluk için erkekten kağnıya ihtiyaç duysa da tarihçi, yönetici, doktor, filozof olmak için ihtiyaç duymuyor artık kadın. B

abası, büyük bir hastane ve yetimhanenin yönetimini veriyor ona. O, tarihçi olmakla yetinmiyor, tarih yazmaya koyuluyor. Ardından yetişiyor Hemşire Halide Adıvar, Doktor Türkan Saylan ve niceleri.

Kadın, direksiyona geçiyor artık ve kadını anlatmaya koyuluyor bir gün. On altı kadını…

Kadın, direksiyona geçiyor artık ve kadını anlatmaya koyuluyor bir gün. Kadını anlatan kadını…

Yüz kişiyi oynasak yüz birinci eksik..

Başladık… ya nice bitirelim oyunumuzu?

Zamanımız, altı bin yıl,

sahnemiz bütün Anadolu.

Ölçün enini boyunu,

kimi, nasıl, nereye sığdıralım?

Kırk kişiye ses versek kırk birinci suskun.

Yüz kişiyi oynasak yüz birinci eksik..

diyor Ben Anadolu. Kimi anlatsak bir diğeri eksik. Bunu biliyor, anlatmaya devam ediyoruz; Kazan Kültür, Yıldız Kenter ve ben. Eksiği bir eksiltmek adına Yıldız Kenter diyorum on yedinci kadının adına.

On Yedinci Kadın: Yıldız Kenter

yıldızkenter

Öncelikle sanatçının biyografisinin Vikipedi’den ulaşılabilecek kısmı için şuraya bir bağlantı bırakıyorum: Yıldız Kenter. Amacım bu kıymetli sanatçının “ne” olduğuna şöyle bir değinip “nasıl” olduğunu size göstermek. Buyurun başlayalım.

Oyuncu, devlet sanatçısı, UNICEF Türkiye İyi Niyet Elçisi Yıldız Kenter, 11 Ekim 1928’de İstanbul’un Çamlıca semtinde doğdu. Çocukluk yıllarından itibaren son derece temiz ve titizdi, okuldan gelir gelmez evin temizliğine girişirdi. O yıllarda ailesine destek olmak için kardeşleriyle beraber gazete kağıdından kese kağıdı yapıp satıyordu.

Okuduğu İltekin ilkokulunda arkadaşlarına piyesler oynayıp taklitler yaptığı için hal ve gidişten iyi aldı. Ortaokulda okurken “Ayşe Abla” olarak bilinen radyo çocuk kulübünde çalıştı. Halk Evi Temsil Kolu’nun piyeslerinde oynuyordu. Gelecekte, okuduğu Cebeci 4. Ortaokulu’ndaki arkadaşları tarafından disiplinli, otoriter, ciddi olarak tanımlanacaktı.

1944 yılları hayatında dönüm noktası oldu. Okuduğu Ankara Kız Lisesi’nde cebir, geometri, kimya dersleri iyi değildi. Bu derslerden bütünlemeye girmesi gerekiyordu fakat o, girmeyip tasdikname aldı.

” DEVLET KONSERVATUVARININ BUGÜNE KADAR YETİŞTİRDİĞİ EN GÜÇLÜ ELEMAN”

yıldızkenter

“Kulisin tozu ve boya kokusu benim hayatım.” diyen Yıldız Kenter, konservatuvarda hocalarının dikkatini çekmeyi başardı. Başlıkta belirttiğim cümle, hocası Carl Ebert tarafından Kenter’in öğrenci dosyasına yazıldı.

Devlet Konservatuvarı’nda burslu okuduğu için sekiz yıl resmi hizmete tabii olan Kenter, 10.06.1948’de mezun olup Devlet Tiyatrosu Tatbikat Sahnesi’ne atanır. İlk çalışacağı oyun Shakespeare’in 12. Gece oyunuydu.

Prova süreci gelip çattığında Kenter’in hocalarından biri olan Mahir Canova, oyunu yönetecek olan Muhsin Ertuğrul‘un kulağına fısıldadı: “Olive rolünü Yıldız okusun.” Konservatuvardan henüz mezun olmuş biri için çok büyük bir roldü bu.

Muhsin Ertuğrul, Olive rolünü Kenter’e okutursa Kenter’in şımarmasından, sanatçı kaprisiyle yetişmesinden endişe etti. Fakat Mahir Canova, öğrencisini hem kişilik hem mesleki anlamda iyi tanıyordu. “Hak ettiği rolü vermezsek ters tesir yapar, o tip bir oyuncu değildir.” diyerek rolü Yıldız Kenter’in almasını sağladı.

Mahir Canova haklıydı. Yıldız Kenter, onlarca projede bulunup sayamayacağı kadar ödül aldıktan sonra bile sahneye çıkarken ilk günkü heyecanını, korkusunu yaşayacak; işini ilk günkü titizliğiyle sürdürecekti.

Sonraki Yıllar

yıldızkenter

Yıldız Kenter, 1959’da Devlet Tiyatrosu’ndan ayrıldı. 1961 yılında, kardeşi Müşfik Kenter, gelecekteki eşi Şükran Güngör, Kamuran Yüce ve Genco Erkal ile “Site Oyuncuları Topluluğu”nu kurdu.

Daha sonraki yıllarda sürekli olarak ABD ve Birleşik Krallık’ta “Değişen Eğitim Metotları” ve “Oyunculuk Metotları” üzerine çalışmalar yaptı. İstanbul’a döndüğünde beyaz perdeye taşınan yolculuğuyla “Kent Oyuncuları Topluluğu”nu kurdu.

Yazının sonuna gelirken, Nasıl etsem de Kenter’in ödüllerinden bahsetsem, diye düşünüyorum. Haydi, şöyle detaylı bir yazayım, diyecek olsam bu yazının karakter sayısı iki katına çıkar; bundan sonra hep bu uzunlukta yazmamı isterler falan… Ayrıca el emeğim, göz nurum yazım ödüllerin gölgesinde kalsın da istemem tabii.

“Aman Ali Rıza Bey…” düsturuyla Yıldız Kenter ödülleri için şöyle bir şey yapalım: Ben diyeyim, Finlandiya Dünya Kadın Kuruluşu tarafından yüz yılın en başarılı yüz kadınından biri olarak onurlandırıldı. Siz anlayın, çok sayıda kadın ve yardımcı kadın oyuncu ödülü.

Ben diyeyim, Altın Portakal’dan dört tane var. Siz anlayın, Yaşam Boyu Başarı Ödülü. Olağanüstü Yorum Ödülleri’nden başlarsam örneğin, yurtdışı kaynaklı ödülleriyle susturun beni! Ve ben sonuç olarak, “Onur” diye kapatayım bahsi; ödül diye sayılabileni iki, kalanı bir ömür olan “Onur”. Sanata, emeğe, yaşama adanmış bir ömrün onuru mesela…Büründüğü on altı kadının on yedincisi olarak anılmanın belki… Yıldız Kenter olmanın onuru.

Sadece parmak izinden, dil izine biricikliğiyle onuru gözetilen; varlığıyla saygıya yeter görünen kadın nesiller dileği ve kadını anlatmaya gerek duymayacağımız günler temennisiyle…

Ece Doğan

"Kağıtla dertleşme" ile başlayıp deneme, şiir ve öyküden geçen yazarlık maceram beni Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık ve Dramaturji bölümüne getirdi. Uzun lafın kısası: Tiyatro oyun yazarlığı. Böylece, on yıllık hemşirelik ve memuriyetimi profesyonel yazarlık kariyerime odaklanmak için bıraktım. Şimdi geçtiğim yollara mürekkep izi bıraka bıraka hayallerimin peşinden koşuyorum. Bir yerlerde yazar, bir yerlerde yönetmen yardımcısı, bir yerlerde öğrenci diye anıldığımı duyuyor, yoluma devam ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir