Sinema

FIFA’nın İç Yüzü: Dünya Kupası Gerçeği

Fifa’nın İç Yüzü hakkında konuştuğumuz yazımız sizlerle.

Dizi; sadece futbol sevenlerin değil; spora bir şekilde ilgi duyan ve kendini ait hissedenlerin bakış açısını değiştirecek. Hatta belki insanı başkaları adına utandıracak bir incelemeyle karşınızdayız. Fifa’nın İç Yüzü: Dünya Kupası Gerçeği

Bu mini diziyle: FIFA’nın spora ve özellikle futbola bağlı karmaşık geçmişine yolculuk yapıp insanların iki yüzlülüklerini daha net görüyoruz. Dünya Kupası’na ev sahipliği yapabilmek adına devletlerin neler yaptığına tanıklık ettiğimiz oldukça ilginç bir iş.

Fifa’nın iç yüzü mini dizi halinde bir belgesel niteliğinde aslında. Netflix’de adından söz ettiren, dünya kupasının da başlamış olmasıyla popülerlik kazanan dizi dört bölümden oluşuyor. Her bölüm ise ortalama bir saat. 4 saatte Fifa’nın bilinen ve anlatılan iç yüzünü görmüş oluyorsunuz.

Yönetmenliğini Daniel Gordon‘ın yapıyor. Dört bölümü de oldukça detaylı. Dizide Fifa’nın içinde görev almış ve bu kirli iç yüzün oluşmasında öncü olmuş isimler var. Sepp Blatter, Jérôme Valcke, Juca Kfouri, Ricardo Teixeira gibi ünlü kişilikler kendi yaşadıklarını anlatırken; özellikle kirli dönemlerin içinde bulunmuş, tanıklık etmiş, sunmuş, yazmış, anlatmış; spor muhabirleri, gazeteciler, yazar kişiler de anlatıya destek vermişler.

Fifa’nın İç Yüzü Konusu

Fifa'nın İç Yüzü

Futbolun en üst mecrası olarak kabul edilen, sıkışan tüm federasyonların kendisine danıştığı Uluslararası Futbol Federasyon Birliği (FIFA), 21 Mayıs 1904’te Fransa’da kuruldu. Bu zaman zarfında bu kadar güçlü olan yapının başına da elinde gücü tutan başkanlar oturuyor.

Zamanla, özellikle doksanların sonu ve 2000’lerin başı içerisinde medyada FIFA’nın yolsuzluk suçlamaları gündem olup tüm dünyayı kasıp kavurdu. İnterpol işin içine giriyor ve İsviçre’de tam 7 üst düzey Fifa yetkilisi gözaltına alınıyor. Haklarında ise korkunç suçlamalar yapılıyor.

Kara para aklama, rüşvet şantaj ve dolandırıcılık bunlardan en ağırları diyebiliriz. İşte tüm bu iç yüzü anlatıyor mini dizi. João Havelange’ın başkanlık yaptığı dönemden başlıyor ve özellikle Sepp Blatter’ın izlediği politikayı bizlere gösteriyor. Belgesel niteliğindeki diziyle; insani dengelerin her alanda olduğu gibi futbolda da nasıl karmaşıklaştığını izliyoruz diyebilirim.

Blatter Dönemi

Sepp Blatter ile birlikte futbol çok daha bilinen ve para kazandıran bir iş haline geldi. Tabii o da bunun farkındaydı. Pek çok vaat vererek başkan oldu. İnsanların algıları ile oynama konusunda, iletişimi oldukça kuvvetli biri.

Afrika kıtasından oyuncu çıkacağını, Karayipler’de oyuncu yetişeceğini söyledi. Asya’da futbolun kaliteli bir geleceğin olacağını söyleyip Doğuyu kendine çekti. Gençlerin ülkelerinde futbolla spora ve hayata aşık olacaklarına dikkat çeken konuşmalar yaptı. Ayrıca dünya kupası vaadi verdi pek çok ülkeye. Peki sözlerini ne kadar tuttu?

Seçildikten sonra Gol projesi de aslında bu vaatlerinin bir göstergesi olarak başladı. Amaç dünya çapında her yere dernekler aracılığıyla para yağdırmak ve futbolu geliştirmekti. Sahalar, tesisler kurulacak; kıyafetler tertemiz, eğitmenler pırıl pırıl olacaktı. Ama öyle olmadığını anlatıyor bizlere dizi. Özellikle fakir ülkelerle muhatap olunuyormuş gibi gösterilen ve akan para tesislere değil insanların cebine gittiği anlıyoruz.

ISL’in batmasıyla para akışını kaybeden ve Fifa’nın içindeki yozlaşmaya dikkat çekenlerle yüzleşip seçimden galip çıkması ile otoritesini güçlendiren Blatter; uzun zaman sürecek bir hükümdarlığın başlangıcını sağlam yaptı. Ve bu sağlam yapı uzun süre devam etti.

Güç, Siyaset, Para

Fifa'nın İç Yüzü

İnsanlar her alanda olduğu gibi gücü ellerine aldıktan sonra değişiyorlar. Bu da onların yüzlerinde yatan o kirli tavırlarını dışarıya yansıtıyor. Futbol ise hiçbir zaman temiz değildi. Bir spor olmasına rağmen milyonlarca insanın sevdiği, hayatlarını adadığı bir bakış açısı aslında.

Fifa’da futbolu en üst düzeyde yöneten kimselerin de gücü ellerine aldıklarında nasıl değiştiklerini; ne gibi yanlış kararlar verip yolsuzluklara göz yumduklarını görüyoruz. Gücü eline alınca onun etkisi ile nasıl gözünün döndüğünü, seçimi kazandıktan sonra hissettiklerini çok kısa bir cümle ile Sepp Blatter’da anlatıyor.

Başkan oldum ve bunun gücünü fark ettim. Ama biraz şaşkındım, bana verilen güce şaşırmıştım…

İnsan şaşırır tabii böyle bir güç karşısında. “Neden?” diye sorabilirsiniz, sonuçta bir siyasi lider kadar elinde güç tutmuyor. Aksine, bunu dizide de söylüyorlar; siyasi liderler elbet değişir ama Fifa başkanı olan koltuğunda yıllarca oturabilir. Ona ne kadar muhalefet yaparsanız yapın elinde bu gücü barındıran kimse ülkelerle dolaylı yolla siyaset yaparak; sporu ve futbolu politikanın içine meze ederek kendi otoritesini sonuna kadar koruyabilir.

Aslında ilk muhalefeti de Sepp Blatter yıllarca yanında durduğu João Havelange’a bir nevi şantaj yaparak gizliden gizliye göz dağı verip koltuğundan ederek yapıyor. Kendisinin rüşvet aldığını bilen Blatter, ondan gelecek dünya kupasında bırakacağını ve ona destek vermesini istiyor.

E tabii, o da korkudan kabul ediyor. Ama seçimi öyle kolay olmuyor. Blatter pek çok kişi tarafından sevilmiyor. Diğerleri bu kirli yapının bir parçası olduğu için başkanlığı istenmiyordu. Ve seçimi zor oldu.

Fifa başkanı olmak için dünyanın dört bir yanından oy alman gerek. Blatter bağlarını güçlendirerek Amerika’daki pek çok ülkeyi arkasına almasına rağmen dönemin UEFA başkanı daha güçlüydü.

Avrupa ve Afrika arkasında ama seçim sırasında özellikle Blatter’in söyledikleri Afrika’nın oyunu değiştirdi. Çünkü vaatleri farklıydı. Blatter başkan olduktan sonra ise kendisinin de dediği gibi böyle bir güç karşısında şaşkına döndü. Çünkü bu güç; para ve siyaset gibi çok önemli iki araçla kendisinin elinde bulunuyordu.

Dünya Kupası Meselesi

Özellikle ikinci bölümle Fifa’nın içindeki bazı durumları daha net görüyoruz. Yanıltıcı muhasebe uygulamaları, bazı çıkar çatışmaları ve organizasyonun içindeki yolsuzluklar karşımıza çıkıyor. Fifa’nın yaşadığı maddi kayıplar, Blatter’ın izlediği politikaları izliyoruz. Ama bütün bölümler boyunca sürekli bahsedilen ve üzerinde durulan bir meseleden ben de bahsetmeden geçemeyeceğim: Dünya Kupası Meselesi…

Fifa elinde dünya kupası gibi önemli bir gücü tuttuğu için ülkeler üzerinde önemli bir etki yaratabiliyor. Çünkü “dünya kupası” demek “para ve imaj” demek! Turist demek, tanınırlık demek, dünya arasında kültürünle, yemeklerinle, davranışlarınla, hoş görünle, misafirperverlikle, kısacası her şeyinle boy göstermek demek.

Milyonlarca insanı çeken ve dört senede bir onları sokağa döken bu etkinliğe hangi ülke ev sahipliği yapmak istemez ki? E tabii, Fifa da bu durumun farkında. Başkanlar özellikle bu dönemlerde kazandıkları, ellerinde tuttukları gücün farkındalar.

İşte mini dizimizde, Fifa’nın iç yüzü bize dünya kupası gibi oldukça heyecanlı bir etkinliğin arka kapılarında yaşanan siyasi, politik, ekonomik anlaşmaları, el sıkışmaları gösteriyor.

Takımlarını, ülkelerini desteklemek için giyinip para harcayıp biletler alıp başka ülkelere giden insanlar ise tüm siyasetten bihaber. Halbuki bu insanların her birinin asıl isteği ülkelerinin bayraklarının o kutsal olarak gördükleri arenada dalgalanmasını izlemek.

Ulusal marşlarını dinleyerek, futbolcularla ve ekrandan takip edenlerle birlikte gururlanıp aynı heyecanı paylaşıyor olmak. Ne ki, dünya kupası meselesi arkasında yatan tüm iki yüzlülük ve çıkar çatışmalarıyla sporun birleştiriciliğinden çok paraya hizmet ettiğini anlıyoruz.

Fifa’ya Kırmızı Kart

Fifa'nın İç yüzü
.

Üçüncü bölümle birlikte yolsuzluğu yapan kişileri Fifa’nın yönetim kurulunda dünya kupasının nerede düzenleneceğine dair oy kullanma hakları olanlar üzerinden izliyoruz. Kendi çıkarları için alttan alta oylarını nasıl sattıklarını gözler önüne sürüyor bölüm.

Ayrıca 2022 yılı içerisinde oynan Katar’daki dünya kupasının döneminde seçilmesiyle birlikte yarattığı sansasyonel haberleri ve zamanının yolsuzluk iddialarını da bizlere her iki tarafın bakış açısından detaylı olarak anlatıyor.

Ve geliyoruz dördüncü bölüme… En çarpıcı bölümün son bölüm olduğunu söyleyebilirim. Fifa yönetim kurulunda olan Chuck Blazer’ın yolsuzluk, para aklama ve daha pek çok suçun içinde bulunmasıyla birlikte FBI’a muhbir olarak çalışıp Fifa’nın asıl iç yüzünü dökmesini anlatıyor.

Onun oturduğu masalarda kaydettiği gizli konuşmaları, bahsedilen paraların miktarlarını dinlemek; ortaya çıkan raporları görüp detaylı olarak incelemek, üst düzey yetkililerin nasıl da kolay bir şekilde hak yiyerek, suç işlediklerine tanıklık etmek insanın gerçekten içini karartan türden. Neyse ki bu karanlığı aydınlatmak uğruna çalışan insanları görmek mini dizimizi heyecanlı kılan başka bir etken.

Ayrıca o dönemde Blatter’ın tüm bu yolsuzluk durumlarının içerisinde yer almadığını görüyoruz. Blatter döneminde yolsuzluktan suçlanan Fifa yetkililerin beyaz perdelere kimlikleri gizlenerek otellerden alınmasına rağmen halen seçimden büyük fark atarak başkan seçiliyor olması da insanların bambaşka bir yüzünü gösterir nitelikte. Ki, çok geçemeden Blatter görevinden istifa edişine de tanıklık ediyoruz. Belgeselde bu konu ile alakalı çok güzel bir laf geçiyor:

Birimiz yozlaştıysak; hepimiz yozlaşmışızdır.

Spor eşittir siyaset, futbol eşittir siyaset… Mini dizi bana aslında bunu daha net gösterdi. Gayet ikna edici ve iyi konuşan liderlerin ellerine gücü alıp nasıl kendilerinden geçtiklerini bir kez daha gördüm. Açıkçası 2022 dünya kupasına oldukça hevesli olan bir genç olarak bu diziyi izlemek; maçların karşısına geçerken az da olsa içimin buruk olmasına olmasına neden oluyor.

Fifa’nın iç yüzü mini dizisi ile alakalı sizin görüşleriniz neler? Beğendiniz mi? Ya da izlemeyi düşünüyor musunuz? Yorumlarda buluşalım.

Emre Turan

Merhaba! Az yiyen, çok okuyan ve yazmaya iştahı tükenmeyen bir gastronomi uzmanıyım. 1998 doğumluyum. Gastronomi üzerine lisans eğitimimi 2020 yılında tamamladım. 2022 yılında ise yüksek lisans eğitimime başladım. Yıllarca Türkiye'nin önde gelen tarif/içerik sitelerinden birinde food editorlük başta olmak üzere; yemek stilistliği, yemek fotoğrafçılığı, şef asistanlığı gibi farklı işlerle uğraşıp ekibe destek verdim. Ayrıca son yıllarda gastronomiye dair iki romanla uğraşıyorum. Tabaklarda ve yemeklerde süs sevmediğim gibi cümlelerimi de süsten uzak, dengeli bir şekilde kullanmayı tercih ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir