Mutluluk: Bir Agnes Varda Klasiği
Mutluluk filmiyle; Agnes Varda, sınırların dışına çıkan bir “mutluluk” hikâyesiyle seyircilerin gözünde bambaşka bir dünya yaratıyor.
Orijinal adı “Le Benhour” olan film, Fransızcadan Türkçeye “Mutluluk” olarak çevrilmiştir. Yönetmenliğini Agnés Varda’nın üstelendiği film aynı zamanda onun tarafından da yazılmıştır.
Bu film Varda’nın ilk renkli filmi olmasının yanı sıra 1965’te izleyicinin seyrine sunulmuştur. Fakat filmi izledikten sonra izleyicilerin çoğunluğu maalesef ki filmi pek anlayamamış, hatta sert eleştirilerde bulunanlar bile olmuştur.
Kendi tarzını çok iyi yansıttığı mutluluk filmin ana kadrosunda Jean-Claude Drouot, Marie-France Boyer, Marcelle Faur bulunuyor. Filmde Jean-Claude Drouot’un canlandırdığı roldeki adam hayatına sadece “basit” bir mutluluk arayışı içerisindedir.
Peki, aradığı mutluluğu bulabilecek mi?
Yoksa ilerleyen zamanlarda onu büyük bir hayal kırıklığı mı bekliyor?
Hep birlikte göreceğiz.
Agnes Varda’nın Yaşamı
Filmi incelemeye başlamadan önce Agnés Varda’yı tanıyalım.
Hayatı boyunca birçok filmin yönetmenliğini üstelenen Agnes Varda, kariyerinin ilk adımlarını fotoğrafçılığa olan ilgisiyle atmıştır aslında. Çektiği filmlerle sinemada farklı bir dil oluşturmayı başarmıştır. Filmlerine baktığımızda estetik olarak farklı bakış açısı sunmuş, fotoğrafçılık yeteneğinin izlerini de ortaya koymuştur.
Fotoğrafa olan bu yoğun ilgisi sadece inceleyeceğimiz mutluluk filminde değil, birçok eserinde de kendini belli ediyor. Yönetmenliğini üstelendiği kısa veya uzun metrajlı filmlerinin yanı sıra, belgesel yapımlarında da izleyiciye seyir zevkini oldukça başarılı bir şekilde veriyor.
Aslına bakılırsa birçok filmde yönetmenlik yapan Varda’nın tamamıyla sinefil olduğunu söyleyemeyiz. Fotoğrafa olan ilgisi onu bu yöne doğru sürüklemiştir belki de… Hatta kendisi eğer gençliğinde çok film izlemiş olsaydı asla film çekmeye cesaret edemeyeceğini dile getirmiştir.
Fransız Yeni Dalganın ortaya çıkmasına öncülük eden yönetmenlerden sadece biridir. Hatta verdiği desteğin yanı sıra akımın ilk kadın yönetmeni olan Agnes Varda, çektiği filmlerle yeni dalganın büyük annesi olarak anılır.
Fransız Yeni Dalga Akımındaki ataerkil zihniyete her zaman baş göstermiş, ürettiği her eserde ise feminizm duygusunu yansıtmaktan kaçınmamıştır. Filmlerinde genellikle kadın konusunu ele almış, onların kendi özgürlüklerine kavuşmasını dile getirmiştir. Kadının toplumdaki yeri ise seyirciye her zaman oldukça keskin hatlar içerisinde sunulmuştur.
Şimdi ise dile getirdiğimiz bu özelliklerini bir de Mutluluk filmi üzerinden değerlendirelim.
Gerçek Mutluluk?
Mutluluğun fazlası zarar mıdır? Yoksa dünyada herkese yetecek kadar mutluluk var mıdır?
“İkinize de yetecek mutluluğum var, mutluluk katlanarak büyür.”
Agnes Varda’nın ilk renkli filmi “Mutluluk” filmidir. Film bize François adındaki bir adamın mutluluk arayışını, hatta halihazırda bulunan mutluluğunu katlama isteğini anlatır.
Agnes Varda bu filme oldukça tarafsız yaklaşmakla beraber ne Francois’ın davranışını savunmakta ne de onu yermektedir. Aksine olabildiğince dış gözden bakarak Francois’ın mutluluk arayışının hikâyeye dökülmüş hali ile karşı karşıya kalmaktayız.
Ayrıca seyirciye herhangi bir mesaj aktarma isteği yoktur, seyircinin de kendisi gibi tarafsız bakmasını istemektedir.
Karısı ve iki çocuğuyla mutlu mesut bir hayat süren Francois’ın hayatı postanede tanıştığı Emilié adlı kadının girmesiyle tamamıyla değişir. Emilié ile arasındaki yoğun cinsel çekim günler geçtikçe mutluluk olarak adlandırdıkları sevgiye dönüşür. Fakat işin garip tarafı evliliğini sürdürmekte olan Francois’ın bu yasak ilişki hakkında hiç suçluluk duymamasıdır.
Hatta bırakın suçluluk duymayı hislerini gayet doğal karşılamakta, Emilié’ye de “Ben karımı seviyorum, fakat aynı zamanda sana da ilgi duyuyorum.” diyerek işi normalleştirmektedir. Emilié de bu durumu tıpkı onun gibi yadırgamamış, sevildiği için Francois’ı olduğu gibi kabul etmiştir.
Tabii bu iki aşık mutluluğun keyfini sürerken Téhéresé ise maalesef ki toplumun kadına biçtiği rolleri eksiksiz olarak yerine getirmektedir. Evin ihtiyaçları ile uğraşmakta, bulaşık ve çamaşır yıkamak gibi görevlerini yerine getirmektedir. Ve henüz çok küçük yaşlarda olan çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamaktadır.
Final sahnesine geldiğimizde François artık yaptığı davranışları Therese’ye söylemek için uygun bir an buluyor. Ve tıpkı Emilie’ye davrandığı gibi Teherese ye de dürüst davranıyor. Kocasının bir başka kadından hoşlandığını öğrenen Teherese beklenenin aksine hiçbir tepki vermiyor. Ortada hiçbir şey yokmuş gibi, öğrendiği bu duruma karşılık en ufak üzüntü ifadesi göstermiyor.
Ve sadece kocasıyla son kez sevişiyor.
Peki şimdi ne olacak?
François uykusundan uyandığında Teherese’yi yanında bulamayınca endişeleniyor. Telaşla ormanı aramaya çıktığında tıpkı Teherese’nin yaptığı gibi oğlunu kucağına alıyor, kızını ise yürütmeyi tercih ediyor.
Dikkatli baktığımızda filmde ataerkil bakış açısı o kadar belirgindir ki aslında bunu görememek mümkün değildir. Hatta filmin bir önceki sahnelerinde Teherese pazardan dönerken oğlunu tekerlekli sepete bindirirken kızının ise elinde tutup onu yürütmeyi tercih ediyor. Ve aynı sahnenin bir farklı versiyonunu burada da görüyoruz.
Ve saatler sonra öğreniyor ki aslında öğrendiği duruma en ufak tepki vermeyen kadın her şeyi içine atmayı tercih etmiştir. Evet üzülmüştür, hayal kırıklığına uğramıştır. Fakat ne kendini ne de kocasını suçlamıştır. Hatta bağırıp çağırmamıştır bile! Değiştiremeyeceği bir şey için sadece susmayı tercih etmiştir.
Sadece içinde bulunduğu bu durumu kabullenip artık dünyada yerinin olmadığını düşünmüştür. Ve sonuç olarak kocasına duyduğu sevgiden değil, kendi varlığından vazgeçmiştir.
Teherese’nin ölümünden sonra akrabalarının aklına düşen ilk soru şudur: Peki, şimdi geriye kalan iki küçük çocuğa kim bakacak?
Aslında bu durumu çözümlemek hiç de zor değildir. Kadın olmayınca çocuklara kimsenin bakamayacağı düşünülmektedir, hem de babası hâlâ hayattayken. Agnes Varda bu sahnede sadece birkaç diyalog kullanarak seyirciye ne anlatmak istediğini göstermiştir aslında.
Örneğin Francois’ın akrabalarını gösterdiği tepkiye verdiği cevap “Ben hâlâ yaşıyorum” olur. Yani bir nevi erkek olarak kendi çocuklarına bakabileceğini söylemiştir.
Filmin son sekanslarına geldiğimizde en nihayetinde Emilie, Teherese’nin yerini almıştır. Ve François artık “Eğer ilk seninle tanışsaydım şu an evli olabilirdik.” dediği, mutluluğunu katladığı o kadınla evlidir.
Baktığımızda filmin ilk sahnelerinden bu yana değişen hiçbir şey olmamıştır. Emilié tıpkı onun yaptığı gibi ev işleriyle ilgilenmekte, çocuklara bakmaya başlamaktadır. François ise tekrardan kendisine kadınlık görevlerini yerine getirebileceği bir eş bulmuştur.
Filmin ilk planında gördüğümüz o sonbahara havasına son planda da şahit oluyoruz. Fakat bu sefer kadın yerinde Emilié vardır. O sahnenin dışında küçük çocukların davranışlarını kontrol ederken François sonbaharın huzur dolu havasının tadını çıkarmaktadır.
Böylece ‘mutluluk’ hiç eksilmeden Francois’ın hayatında yerini almıştır. Ve filmin son sahnelerinde yerini alan herkes yaşadığı hayattan son derece mutludur.
Renkler
Agnes Varda, Sinemada insanın üzerinde yarattığı renk etkisini yoğun bir şekilde kullanmayı tercih etmiştir. Kullandığı renklere baktığımızda özellikle sonbahar tonları üzerine olduğunu görebilmekteyiz. Film boyunca bizi hiçbir karanlık his karşılamaz, rengarenk havasıyla içimizi sanki filmin mutluluğu sarar.
Genellikle sonbaharın temsilcisi olan sarı, yeşil, kırmızı, turuncu, pembe, mavi gibi renkler filmin hakimiyeti içerisindedir. Varda, bu tarz iç rahatlatan renkleri kullanarak hikâyenin içindeki mutluluğu bize empoze etmeye çalışmıştır.
Fotoğrafın İzleri
Agnes Varda’nın yönetmenlik kariyerinin temelleri bilindiği üzere fotoğrafçılıkta atılmıştır. Dolayısıyla filmlerini izlerken hareketli kameradan daha çok plan olarak gösterilen fotoğraf karelerine şahit oluyoruz.
Hareketli sahnelerde ise filmi erkeğin bakış açısından anlattığından dolayı kamera genellikle Francois’ı takip etmektedir.
Özellikle herkesin bildiği kurallardan biri olan “Üçler Kuralı”nı fazlasıyla kullanmıştır.
Agnes Varda bazı yerlerde asıl odak olan adam ve kadından ziyade etraftaki olaylarla ilgilenmiştir. Kamerayı etraftaki diğer insanların hareketlerine göre şekillendirmiş, görsel odağı onlara yönlendirmiştir. Örneğin, anakarakterleri flu gösterip garsona ya da arkadaki bir başka müşteriyi net alana yerleştirmiştir. Bu sahnede dikkat edeceğimiz bir diğer önemli nokta ise kameranın hareketidir.
Bunlardan bazılarına hep beraber bakalım:
Son olarak filmin çoğu yerinde kendine has oluşturduğu üslubunu estetik güzelliğiyle gözler önüne sermiştir.
Kurgu
Agnes Varda’nın kurgu tekniğine değinecek olursak, parçalı kurgu tekniği kullandığını söyleyebiliriz. Bir sahne gerçekleşirken çok alakasız başka bir sahne ile saniyelik değişimler yaratıyor kurgu tekniğinde. Ayrıca geçiş efekti olarak asla siyah rengini kullanmıyor, sahnenin durumuna göre kırmızı, yeşil ya da sarı rengini ağırlıklı olarak kullanıyor.
Sonuç
Bu incelememizde Fransız Yeni Dalga’nın ilk kadın yönetmeni olan Agnes Varda’nın sinema anlayışına değindik. Aslına bakılarsa filmin gösterime girdiği o dönemde birçok kişiden farklı eleştiriler almıştır. Özellikle feministler hikâyede erkeğin tarafının tutulduğu konusunda eleştirilerde bulunmuşlardır.
Bazıları aldatmayı teşvik ettiğini düşünse bile bazıları evliliğin ne kadar kötü olabileceğini dile getirmiştir. Fakat onun anlatmak istediği hiçbir zaman eril bakışın üstte olduğu değildir. Aksine erkeğin bakış açısından kadının toplumsal rollerini ele alıp kısmen eleştirmektir.
Sonuç olarak Agnes Varda alışılmışın dışında bir mutluluk hikâyesi ile seyircinin karşısına çıkmıştır. Feminist yaklaşımını çektiği her filminde ele alan Agnes Varda, mutluluk filminde de oldukça net şekilde kendini belli etmiştir. Bu filmine yönelik her ne kadar erkek egemen yönünün ağır bastığı eleştirileri alsa bile, görünenin aksine bir yaklaşım sergilediğini söyleyebiliriz.